Domates ve Karpuzdan Heykel Olur mu? Heykelin Ne Olduğunu Anlatan Kitaplar
Türkiye’de özellikle son dönemlerde bir tür “marka şehir” kavramı adı altında tuhaf heykeller kent meydanlarında görülüyor. Aslında bunların heykel değil “logo” olduğunu, heykel olarak adlandırılmayacaklarını bilmek gerekiyor. Heykelin ne olduğuna ve ne olmadığına dair kitapları sizler için bir araya getirdik.
Her Şey Sanat Konusu Olur Ama Heykel Olur mu?
Türkiye’de son zamanlarda kent meydanlarında görülen heykeller adeta sürrealist çalışmaların en önemli örnekleri olarak ortaya çıkıyor. Mesela devasa bir çay kazanını kavşağa yerleştirmek ya da bir karpuzun içinden bir çocuk başının çıkması bu heykelleri yapanların hayal güçlerinin güçlü olduğuna işaret edebilir.
Elbette bu “yapıtlar” bir logo olmaktan öteye gidemiyor. Ancak yine de belediyeler vasıtası ile yapılması kamu harcamalarıyla üretilmeleri yüzünden tepkileri de beraberinde getiriyor.
Yapılan heykellere bakıldığında ne yazık ki heykelin bu coğrafyada çok yanlış anlaşıldığı görülüyor. Antik Yunan’dan beri süregelen bir sanat anlayışından yıllarca uzakta kalmak bugün gördüğümüz domates, simit, karpuz logolarının heykel olarak algılanmasını sağlıyor. Kimi heykel Sauron’un gözünü andırırken kimisi de sevimlilikten çok korkutucu özellikler taşıyor;
Heykelin Ne Olduğunu Anlamanızı Sağlayacak Kitaplar
Şu kitaplara en azından bu logoları yapanların göz atmaları heykelin ne olduğunu anlamalarını sağlayabilir;
Heykel ve Sanat Kuramları
Özi Huntürk’ün kaleme aldığı Heykel ve Sanat Kuramları, başlangıcından günümüze kadar heykelin gelişim sürecini açıklıyor. Yazar, bir heykelin var ediliş amacını, yapılış sürecini, malzemesini değerlendirmeye ilişkin ipuçları veriyor; heykele bakarken, onu yorumlarken göz önünde bulundurulması gereken kriterleri vurguluyor.Felsefenin, tarihin, özellikle toplumun heykelin evrim süreci üzerindeki önemine değinilen kitapta, temel bakış açıları sıralanıyor. Skolastik felsefeden varoluşçuluğa, postmodernism kuramlarına kadar düşünce tarihinin tüm farklı akımlarının sanat, özellikle de heykel sanatı üzerindeki etkilerine de değiniliyor. Antikiteden itibaren insanlık tarihiyle birlikte gelişen heykel sanatının sanat tarihindeki yerinin iyice anlaşılmasını sağlayan kitap, altı yüzden fazla görsel içeriyor ve bu sayede okurun, edindiği kuramsal bilgiyi örnekleri inceleyerek pekiştirmesine yardımcı oluyor.
Heykeltıraş ve yazar Özi Huntürk, günümüz sanatında heykelin bütünlüklü ve yetkin bir şekilde yorumlanabilmesi için gerekli temel bilgileri tek kaynakta topladığı bu kitabıyla heykele amatör veya profesyonel ilgi duyan her kesime hitap ediyor. Heykelin ve biçimin dilini, ikonografisini, kompozisyonunu açıklayarak başladığı metni, “Buzul Çağı’ndan Rönesans’a”, “Rönesans’tan Modernizm’e”, “Modernizm”, “Postmodern Görüş ve 1960-1990 Arası Sanat” ve “1990 Sonrası” olarak beş ana bölüme ayırıyor. Okurun, heykel sanatının gelişim serüvenini ikonolojiye uygun şekilde zihninde canlandırabilmesine imkan veriyor. Böylece günümüz sanat dünyasında üretilen “çağdaş” heykellerle karşılaştığında bu eserleri geçmişlerinden gelen zengin tarihle ilişkilendirebilmesini sağlıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Kaldırın Şu Heykeli Buradan
“Heykeller… nereye doğru yol aldığı belli olmayan insanlık tarihinin en ‘canlı’ tanığı. Her defasında daha gürültülü, daha gösterişli bir başka yalana ihtiyaç duymayan tek tanık… Kırılan, yok edilen, etrafa dağılan paramparça halleriyle… Hem trajik, hem komik!” Bir yanda, “Heykeli dikilecek adam!” yüceltisine konusu olanlar…
Kadın heykelleri, zaten pek nadir! Diğer yanda, nefretin hedefi olarheykeller heykellerden çıkartılan hınçlar… Ve “Heykeli dikilecek adam” sayılmaktan “Yıkın bu heykeli!” hıncının hedefi olmaya doğru, şaşırtıcı geçişler. Belma Akçura, heykellerin başlarına gelenleri anlatıyor. Dışkıdan yapılan heykel, devrilip kafası ezilen, bombalanan, ipe dolanıp yerlerde sürüklenen, boynuna ilmek geçirilip köprüden sallandırılan, mohikan kesimi saç eklenen heykeller… “Put kırma” gerekçesinin, insanlık tarihine karşı kıyıcılığa dönüştüğü durumlar…
Türkiye’de heykellerle ilişkimizin nasıl “sorunlu” olduğunu da gösteriyor kitap. Heykel kaldırma gerekçeleri, adeta başlı başına bir mizah dalı. Heykel tutuklama vakası, törenle heykel gömme vakası… ve tabii, heykelde “müstechenlik” keşfetme takıntısı…
Heykeller üzerinden, toplumların kendileriyle ve bellekleriyle sınavına dair acı hikâyeler…
(Tanıtım Bülteninden)
Heykel-Mekandaki Yumru
Heykel nedir? Bu sanat dalıyla ilgili başlıca unsurlar, kavramlar, teknikler ve yöntemler nelerdir? Biçimsel ve kavramsal açıdan heykel dünden bugüne nasıl bir dönüşüm geçirmiştir? Malzemeyle somutlaşan diğer sanat türleriyle heykelin ilişkisi nasıldır?
‘Heykel olan’ ve ‘heykel olmayan’ arasındaki sınırın belirsiz hale gelmesi yüzünden, kimileri bu soruları yanıtlamanın zorlaştığını, kimileriyse gereksiz hale geldiğini düşünüyor. Kafaların karışık olması doğal; çünkü ‘her şey heykeldir’ ya da ‘her şey heykel olabilir’ gibi bir algının, ortamın içindeyiz.
Mehmet Yılmaz, ele aldığı konuları kolay anlaşılır bir dille anlatıyor. Temel teknik uygulamaları görseller eşliğinde açıklıyor; simgesel önemdeki örnekler üzerinden ilerleyerek konuyu adım adım güncele taşıyor.
Ana uğraşı heykel olanların yanı sıra çağdaş kültürle ilgilenenler için de bir başvuru kitabı.
(Tanıtım Bülteninden)
Yunan Heykeli
Sir John Boardman’ın büyük övgüyle karşılanan Yunan Heykeli Arkaik Dönem ve Klasik Dönem el kitaplarının devamı niteliğindeki bu çalışma, konuyu MÖ 4. yüzyıldan Büyük İskender zamanına kadar getirir. Yazar, dönemin yeniliklerini ele alır: Kadın nü ve portre, Halikarnassos Mausoleionu dahil birçok önemli anıt, sonraki kuşaklar tarafından rağbet gören Praksiteles ve Lysippos gibi önemli isimler. Bu cilt, diğer el kitaplarını tamamlayarak Yunan olmayan yöneticiler için yapılanlar kadar Arkaik Dönem’den itibaren İtalya ve Sicilya’daki kolonilerde yapılan Yunan heykellerini de tanıtır. Final bölümü, günümüze kadar Batı beğenisinin şekillenmesinde Yunan heykeltıraşlığının rolünü inceler.
(Tanıtım Bülteninden)
Çağdaş Heykel
Dünyada yüzyıllar boyunca kendi başına bir sanat olmayı başaran heykel, 19. yüzyıldan itibaren resim sanatının gerisine düşmüş, 20. yüzyılın ikinci yarısına dek açıkçası resim sanatının gene gerisinde ve ressamların bir etkinliği olarak kalmıştır. Bu, şu anlama gelir: Heykel sanatı adına söz konusu gerileyiş üzüntü verir gibi dururken, ressamlara bağlı gelişmesi, ressamların üç boyutlu düşünme yeteneklerini masaya yatırdığı, adeta kendilerini buna zorladıkları anlamına da ulaştığı için çok sevindirici bir gelişmedir (Bugün de her ressam üç boyutlu düşünme yapısını geliştirmek için heykel yapmalıdır).
Resim sanatına ve ressamlara olan heykel sanatının bağımlılığı, İkinci Dünya Savaşı sonrası çözümlemeye uğrayarak, özerk bir alan olmaya devam etmiş, bu kez de özellikle 1960’ların bilhassa kavramsallık içeren birçok alternatif eğilim ve tavrında, bu kez de üç boyutluluk genel dili içerisine girmiştir. Hatta Almanca’da her türlü üç boyutlu kavrayışa neden olan sanata “plastik” demeleri boşuna değildir. Malerei und Plastik ikilisi, sıkça Almanca görsel sanatlar literatüründe kullanılır ve bu ikili kullanıştan kasıt; resmin dışındaki hemen her türlü uygulamanın “plastik” başlığı altında değerlendirilmek istenmesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla “plastik” olanın sınırları oldukça geniştir. Bizce de son derece haklı bir kullanıştır bu.
Bu görüşe paralel bir kırılma 1968’te yaşanır Helio Oittica aracılığıyla ve heykelin heykeltıraş tarafınca form algısı olmaktan çıkarak malzeme algısına dönüştüğü konusunun altı çizilir. Rodin, Claudel, vb heykeltıraşlarla birlikte, sanat tarihinde o bildiğimiz heykeltıraşlık alanı 20. yüzyılın özellikle ilk yarısında başka ikinci yarısında başka bir kimliğe bürünmüştür. İlk elli yılda mesele gene heykeldir, daha sonra heykel diye bir algıdan ziyade üç boyutlu algı süreci devreye girmiş ve az önce de vurguladığım bir “plastik” yapı gözetilir olmuştur. Bu kitapta biz de gelenekçi davranarak heykel demeyi seçsek de, heykel vurgusunun geçtiği yere sizler “üç boyutlu” veya “plastik” vurgusunu koyarak da okumada bulunabilirsiniz diye düşünüyoruz.
(Tanıtım Bülteninden)