“İçerde Polis Var” adlı tek kişilik oyun, polislik mesleğinin bireyin iç dünyası üzerindeki derin etkisini, çarpıcı bir şekilde ele alıyor. Oyun, kapıdaki üniformanın ötesinde, insanın ruhuna işleyen bir denetim biçimini, “sus”, “belli etme”, “zayıf görünme” gibi gündelik hayatın dilinden süzülen bir dizi beklentiyle sunuyor. Bu durum, mesleğin sadece dışsal bir rol olmaktan çıkıp, aile, sokak, iş ve ilişkilerde yayılan bir davranış rejimine dönüşmesine neden oluyor.
Oyunun merkezinde, patlamada hayatını kaybeden bir polis dedenin ölümü yer alıyor. Bu trajedi, sahneye kahramanlık anlatıları yerleştirmek yerine, evin içine çöken bir soğukluk olarak karşımıza çıkıyor. Dedenin kaybı, sadece bir acı değil, aynı zamanda geride kalanların omuzlarına binen, kuşaktan kuşağa aktarılan bir yük ve mecburiyet yaratıyor. Oyun, bu durumun, babadan oğula geçen bir “kader” olarak nasıl şekillendiğini, dışarıdaki polis kadar, içerideki polis de var olan bir gerçeği gözler önüne seriyor.
Hikayenin içinde, kız kardeş figürü, yalnızlığın ve sorgulamanın sesi olarak beliriyor. Onun sesi, sadece olup biteni aktarmakla kalmıyor, aynı zamanda soran, hatırlatan ve yüzleştiren bir damar görevi görüyor. Bir cümlenin ucunda asılı kalan, cevabı zorlayan ve sustukça büyüyen bir çağrı gibi, kız kardeşin varlığı anlatının ritmini canlı tutuyor. Oyunun sahnesi, merdiven, yığın, naylon ve şeritlerle dolu, bir olay yeri/şantiye gibi tasarlanmış. Ancak bu görsel zenginlik, oyunun ritmini bozuyor; oyuncu, dekorun hamallığına odaklanarak, anlatıyı taşımaktan kopuyor.
Oyuncunun performansı ise, tek beden içinde dolaşan çoklu sesleri başarıyla yansıtıyor. Kartal Can Ermiş, öfke ve kırılganlık arasındaki geçişleri, savunma tonunun ince kıvrımlarını ve bir cümlenin sonuna takılıp kalan o “yutkunma” halini ustalıkla taşıyor. Mizah, bir kaçış kapısı olmaktan ziyade, içerideki polis düzeninin nasıl “normalleştirildiğini” gösteren bir ayna görevi görüyor. Erdal Ozan Metin’in yazıp yönettiği yapı, oyuncuya bir “itiraf metni” olmaktan ziyade, sıkışma mekânı sunuyor. Yaşam Özlem Gülseven’in dramaturjik katkısı, anlatının düz bir çizgide ilerlemesini engelliyor ve kesmeler, geri dönüşler ve yeni kapılarla dolu bir yapı oluşturuyor. Redo’nun müziği ise, duyguyu büyütmekten ziyade, sahnenin altına yerleşen bir nabız gibi, acının iç içe dolaştığını duyuruyor.
Oyunun sonunda, “Yüksekten atlayınca su, beton etkisi gösterir” sözü, insanın güvenli sandığı şeylerin içinde, evin dili, aile alışkanlığı ve “doğru” diye öğretilenler gibi kavramlar karşısında betona çarpabileceğini hatırlatıyor. Bu çarpmanın adı çoğu zaman “kader” oluyor. Oyun, erkekliğe dair bilindik cümleleri tekrarlamadan, bu cümlelerin insanın içine nasıl yerleştiğini gösteriyor. “İçerde Polis Var”, sadece bir hikaye anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bireyin iç dünyasındaki karmaşıklıkları ve toplumsal beklentilerin yarattığı baskıları sorgulayan güçlü bir yapım olarak öne çıkıyor. Oyunun, Tatbikat Sahne’nin resmi kanallarından alınabilecek tarih ve saat bilgileri, izleyicilerin bu etkileyici deneyimi kaçırmaması için önemli bir hatırlatma niteliğinde.
