László Krasznahorkai’nin kült eseri Şeytan Tangosu, Bülent Şimşek’in titiz çevirisiyle okurlarla buluştu. Can Yayınları tarafından yayımlanan roman, distopik bir atmosferde geçen sıra dışı bir öykü sunuyor.
Romanın tanıtım metninden bir bölüm, karakterin iç dünyasına odaklanıyor: “Yalnız olmadığına sevindi; Pisicik hâlâ ısıtıyordu karnını. ‘Evet,’ dedi sesini yükseltmeden önüne bakıp, ‘melekler bunu görür ve anlar.’ İçinde bir huzur hissetti ve dört bir yanındaki ağaçlar, yol, yağmur ve gece de hep birlikte bir huzur yayıyordu. ‘Olan biten her şey iyi,’ diye düşündü. Her şey basitleşmişti, mutlak biçimde. Yolun iki yanında düzgün adımlarla ilerleyen, dımdızlak akasya ağaçlarına, birkaç metre önünde artık karanlığın içinde yitiveren kırlara baktı. Yağmur ve çamurun boğucu kokusunu duyuyor, doğru ve tam olması gerektiği gibi davrandığını yanılmaz bir şekilde biliyordu.”
Şeytan Tangosu, Macaristan’ın ücra bir köyünde, hayatın adeta durduğu bir zamanda geçiyor. Sonbahar yağmurlarının kasveti altında, köy halkı umutlarını yitirmiş, birbirlerine olan güvenleri sarsılmıştır. İçlerindeki iyilik duygusu ve dayanışma ruhu kaybolmaya yüz tutarken, tek çare olarak bu diyardan uzaklaşma planları yapmaktadırlar. Bu umutsuz bekleyiş, yıllar önce öldüğü sanılan Irimias’ın beklenmedik dönüşüyle yeni bir boyut kazanır. Irimias’ın gelişiyle köy halkı, ilk defa birlik olup kendilerini onun kararlarına teslim ederler.
Krasznahorkai, romanında sembolik bir dil kullanarak yaşamın karmaşıklığını ve döngüselliğini ele alıyor. Örümceklerin sürekli ağ örmesi, gökyüzünde daireler çizen kargalar, başıboş dolaşan atlar ve birbirini tekrarlayan mevsimler, romanın olay örgüsünü çevreleyen önemli imgeler olarak dikkat çekiyor. Yazar, bu semboller aracılığıyla insan doğasının ve toplumsal dinamiklerin derinliklerine iniyor.