Virginia Woolf’un ünlü romanı Mrs. Dalloway, Şeyma Dağıstan’ın çevirisiyle Elips Kitap tarafından yayımlandı ve okurlarıyla buluştu.
Woolf, kendi romanı hakkında, “Karakterlerimin arkasındaki güzel mağaraları nasıl kazdığımı; bunun tam da benim aradığım şeyi sağladığını düşünüyorum: insanlık, mizah ve derinlik. Asıl amaç mağaraların birleşmesi ve her birinin, yaşanılan o anın içinde gün yüzüne çıkması” şeklinde bir değerlendirmede bulunuyor.
Romanın kahramanı Clarissa Dalloway, vereceği bir partinin hazırlıklarıyla meşgulken, okuyucu sadece onun düşünsel yolculuğuna değil, aynı zamanda onun hayatına dokunan herkesin iç dünyasına da tanık oluyor. Woolf, tek bir gün içerisinde hem geçmişi hem geleceği hem de o anı ustalıkla harmanlıyor. Yazar, olay örgüsünden ziyade karakterlerin iç dünyalarına, duygu ve düşüncelerine odaklanarak, insan ruhundaki çatışmaları ve gelgitleri derinlemesine inceliyor. Bilinç akışı tekniğini kullanarak zihinler arasında köprüler kuran Woolf, yaşam, ölüm, akıl ve delilik gibi temel konuları ele alıyor.
Kitaptan bir alıntı:
“Bir keresinde Serpentine’a bir şilin atmıştı, bir daha da hiçbir şey atmamıştı. Oysa genç adam bütün hayatını kaldırıp atıyordu. Onlar yaşamaya devam edeceklerdi (Partiye geri dönmeliydi; salonlar hâlâ kalabalıktı, insanlar gelmeye devam ediyorlardı.). Onlar yaşlanacaktı. Oysa önemli olan bir şey vardı; kendi yaşamında gevezeliğe boğulan, yalanlarla yozlaşan, bozulan, belirsizleşen bir şey… İşte onu koruyabilmişti genç adam. Ölüm, bir başkaldırıydı. Ölüm, iletişim kurmak için verilmiş bir çabaydı, insanlar, nedense kendilerinden kaçan öze ulaşmanın imkânsızlığını hissediyorlardı; yakınlık uzaklaşıyor, büyük sevinçler soluyordu, insan yalnız kalıyordu. Bir kucaklaşma vardı ölümde. Ama şu kendini öldüren genç adam -hazinesi elindeyken mi bırakmıştı kendini aşağıya? Beyazlar içinde aşağı inerken, bir seferinde “Şimdi ölecek olsaydım eğer, bu benim en mutlu anım olurdu.” demişti Clarissa kendi kendine.”
Romanın devamında Clarissa, kendi hayatıyla genç adamın ölümü arasında bir bağlantı kurar. Genç adamın intiharı, Clarissa için bir utanç ve felaket kaynağı olur. O, hayatın tadını çıkarırken, genç adamın hayatına son vermesi, Clarissa’da derin bir sorgulama başlatır.
“Ama kurtulmuştu Clarissa. Oysa o genç adam canına kıymıştı. Bir şekilde onun felaketiydi bu, utancıydı. Bu koyu karanlıkta, burada bir adamın, şurada bir kadının dibe battığını ve kaybolduğunu görürken gece elbisesi içinde öylece dikilmek zorunda kalmak da onun cezasıydı. Hile yapmış; çalmıştı aslında. Hiçbir zaman tamamıyla hayran kalınacak biri olmamıştı.”
