2025 Nobel Edebiyat Ödülü, Türkiye saatiyle 14.00’da yapılan açıklamayla Macar yazar László Krasznahorkai’ye verildi. Yazarın en tanınmış eserlerinden biri olan “Şeytan Tangosu”, 1985 yılında Can Yayınları tarafından Bülent Şimşek’in çevirisiyle Türkçeye kazandırılmıştı.
Nobel Ödülleri’nin sosyal medya hesaplarından yapılan duyuruda, Krasznahorkai hakkında bilgilere yer verildi. 1954’te Romanya sınırına yakın, Macaristan’ın güneydoğusundaki Gyula kasabasında doğan yazarın memleketi, 1985’te yayımlanan ilk romanı “Şeytan Tangosu”nun da geçtiği yerdir. Bu eser, Macaristan’da büyük ilgi görmüş ve Krasznahorkai’ye edebiyat dünyasında önemli bir yer edinmesini sağlamıştır.
Bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, Kafka ve Thomas Bernhard gibi isimlerin izinden giden bir Orta Avrupa geleneğinin temsilcisi olarak kabul edilen büyük bir epik yazardır. Eserleri, absürt ve grotesk öğelerle belirginleşir. Zamanla daha sakin ve ölçülü bir üsluba yönelirken, Doğu’ya da bakışını çevirmiş ve Çin ile Japonya seyahatlerinden edindiği derin izlenimlerle eserler ortaya koymuştur.
2003 tarihli romanı “Kuzeyde Dağ, Güneyde Göl, Batıda Yollar, Doğuda Nehir”, gizli bir bahçe arayışını konu alan, lirik bölümleriyle dikkat çeken bir öyküdür. Kyoto’nun güneydoğusunda geçen bu anlatı, yazarın başyapıtlarından sayılan “Aşağıda Seiobo”nun da bir nevi öncülüdür.
“Aşağıda Seiobo”, güzelliğin ve sanatsal yaratıcılığın, geçicilikle dolu bir dünyadaki rolünü sorgulayan, Fibonacci dizisine göre sıralanmış on yedi öyküden oluşan bir derlemedir. Bu eser, Krasznahorkai’nin beş büyük romanıyla birlikte külliyatının temel taşlarından birini oluşturur. Okuyucuyu farklı “yan kapılardan” geçirerek, yaratım eyleminin gizemine ulaştıran ustaca bir anlatıdır.
Krasznahorkai’nin “Herscht 07769” adlı eseri, Almanya’daki toplumsal huzursuzluğu çarpıcı bir şekilde yansıtmasıyla büyük bir çağdaş Alman romanı olarak değerlendirilmiştir. Okuyucular bu defa Karpatlar’daki bir kabusun içinde değil, Thüringen’deki küçük bir kasabanın gerçekçi bir tasvirinde kendilerini bulurlar. Ancak bu kasaba da toplumsal anarşi, cinayet ve kundaklamayla sarsılmaktadır. Romanın dehşeti, Johann Sebastian Bach’ın mirasının fonunda sergilenir. Bu kitap, şiddet ve güzelliğin “imkânsız” birleşimini anlatan etkileyici bir eserdir.
László Krasznahorkai’nin dili, uzun ve neredeyse soluksuz ilerleyen cümleleriyle bilinir. Anlatımı genellikle mistik, apokaliptik ve ironik bir tonda ilerler. Karakterleri ise çoğunlukla çöküşün eşiğindeki dünyalarda yaşayan insanlardır. Yazarın üslubu, Franz Kafka, Thomas Bernhard ve Beckett ile karşılaştırılırken, aynı zamanda mistik bir kehanet dilini de barındırır. Sürekli yıkım, bekleyiş, çürüme ve sonsuz döngü temalarını işler.