Bir yandan dadılık öte yandan sokak fotoğrafçılığı.. iki farklı yaşam tarzının uçlarında olan o esrarengiz kadın: Vivian Maier. İşte bu; Yaşamı boyunca dadı, ölümünden sonra sanatçı olarak anılan bir kadının gizemli hikayesi
Bir tarih kitabı yazıyorsunuz ve kitabınıza eklemek üzere bir müzayeden binlerce negatifle dolu bir koli aldınız. Fakat içinden işinize yarayacak hiçbir fotoğraf çıkmadı. Onun yerine, içerisinde geride bırakılmış tüm yaşanmışlıkları ve gerçekliğe şahit olunmuşluğu yansıtan on binlerce fotoğraf karesi.. İşte John Maloof’un ve sanat dünyasının Vivian Maier ile olan hikayesi burada başlamış oldu. Maloof, mevcut durumda olan tüm negatifleri bir araya getirdi ve bu sıra dışı fotoğrafların sahibini araştırmaya koyuldu. Sonuç olarak tek bir şey buldu: Vivian Maier birkaç gün önce ölmüştü. Bir trajedi mi yoksa tozlu sayfaların ardından gelen yeni bir sanatçının kanat sesleri mi bilinmez. Tek bildiğimiz, arkasında bıraktığı eşsiz ve kasvetli bir yaşanmışlık dolusu fotoğraflar…
Maier’in herhangi bir aile bağı yoktu. Hiçbir aşk hayatı ve çocuğu olmayan bir dadıydı yalnızca. Fotoğrafçılık onun tek sahip olduğu nihai şeydi. Fotoğrafları ve hayatı konusunda bu kadar gizemli ve içine kapanık biri olması belki de bu yüzdendi. Hayatındaki tek duygusal dışavurumu olan bir şeyi herkesle paylaşmak onu savunmasız bırakacaktı. Aklının ucundan eserlerini yayınlamak geçmiş olsa da bunu hiçbir zaman hayattayken yapmamıştır. Sokaktaki anlık tebessümler, yalnız yapılan yürüyüşler, şehir hayatının fakir ve gri yüzü.. Maier tüm bunları şehrin adımlarını takip ederek büyük bir sessizlikle, yaşamın içine karışarak toplamış fakat ömrü boyunca kimseye göstermemiştir. Maloof, onun sessiz mirasını gün yüzüne çıkarmayı başardı. Bugün, eserleri dünyanın en büyük müzelerinde sergileniyor, adına belgeseller çekiliyor ve bu eşsiz görsel arşivleri canlı tutuluyor.
Vivian Maier yalnızca geç keşfedilmiş bir deha değildi. Maier’in fotoğraflarında varoluşsal bir çelişki de gizliydi. O sürekli yanında taşıdığı Rolleiflex kamerası ile kendi görünmezliğini koruyarak başkalarını görünür kıldı. Dadı kimliği ile hayatın arka planında yaşayan bu kadın, kamerasıyla şehrin unutulmuş taraflarını ortaya çıkardı. Sokakları kaydederken bir yandan otoportreleriyle kendi yalnızlığını belgelemekteydi. Maier’in hikayesini çarpıcı yapan yalnızca bu değildi, aynı zamanda onun bitmek tükenmeyen saf tutkusuydu. Fakir bir şekilde yaşamasına, geçimini farklı evlerde dadılık yaparak sağlamasına rağmen ona en büyük özgürlüğü veren fotoğrafçılığı hiç bırakmadı. Bütün yokluklara ve imkansızlıklara rağmen bütün negatiflerini sakladı, borç içinde yaşarken dahi deklanşöre basmaya devam etti. Ne bir alkış aldı ne bir beğeni.. Ona yön veren tek şey dünyayı kaydetme isteği ile yanıp tutuşan yüreğiydi. Bu nedenle onun eserleri yalnızca estetik açıdan değil aynı zamanda salt bir yaratma dürtüsü ile yorumlanmalıdır.
Bugün Vivian Maier’in fotoğraflarına baktığımızda sadece başarılı kareler görmüyoruz. Aynı zamanda yalnız bir kadının yoksulluk içerisinde hiçbir karşılık almadan sürdürdüğü bu saf tutkunun izlerini de görüyoruz. Bu fotoğraflar, bir kadının görünmezliğini, sokaklarda hikayesi anlatılmayan hayatları ve varoluşun sıradanlık ve karmaşıklık arasındaki çizgisinin en büyük tanığıdır. Onun fotoğrafları bize şunu hatırlatıyor: bazen en büyük sanat görülme arzusundan değil dünyayı bütün çıplaklık ve çarpıklıklarıyla objektife alma ihtiyacından doğar.
Vivian Maier’in en büyük mesajı belki de şu: görünmez kalmak mümkündür fakat hayatta iz bırakmamak imkansızdır.