Barbaros Altuğ’un yeni romanı “Uzun Bir Kışın En Karanlık Gecesi” Everest Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Roman, okuyucuyu derin ve düşündürücü bir yolculuğa çıkarıyor.
Romanın temel soruları insan varoluşunun özünü sorguluyor: İnsan ne ile yaşar? Hava, su, ekmek, et gibi temel ihtiyaçların ötesinde hayaller ve umutlar da hayatta kalmak için yeterli midir?
Hikâye, Şile’de yerel bir gazetede çıkan kayıp ilanıyla başlıyor: Subay Güneş T. kaybolmuştur. Bu olayın ardından, İstanbul’a sadece yüz kilometre uzaklıkta bulunan bu küçük şehirde bir deprem meydana geliyor. Anlatıcı ise, aidiyet duygusundan yoksun bir şekilde, Berlin’den seslenerek bu olaylara farklı bir perspektif sunuyor.
Barbaros Altuğ, dördüncü romanında bir gazete kupüründen yola çıkarak, toplumun görmezden geldiği, takip etmediği olayları, alınmayan önlemleri ve adalete teslim edilemeyen katilleri gün yüzüne çıkarıyor. Şiddet ve homofobinin hüküm sürdüğü coğrafyalarda yitirilen umutları derinlemesine inceliyor. Altuğ, bir şehrin tarihini yeniden yazarken, Güneş gibi unutulmaya yüz tutmuş hikâyelerin ve o en karanlık gecelerin hafızalardan silinmesine izin vermiyor.
Kitapta İstanbul’un çarpıcı bir portresi çiziliyor: Deniz kenarına inşa edilmiş gösterişli saraylar, sürgünde ölen sahiplerinin ardından boş kalan hanlar, bu hanların servetiyle yükselen kaçak gökdelenler, cemaati kalmamış camiler, ziyaretçisi olmayan kiliseler ve kuşların, tilkilerin, erguvanların yaşam alanı olması gerekirken lüks konutlarla doldurulmuş araziler… Şehrin dört bir yanına yayılan gri apartman blokları, sanki toprağın ve denizin derinliklerine gömülmüş gibi. Parçalanan bu topraklardan, şehre bir zamanlar evim diyenlerin, farklı dillerde yazılmış isimlerinin bulunduğu mezar taşları yükseliyor. İstanbul, binlerce yıldır toprağın altında sakladığı büyük ve mutsuz bir mezarlık olduğunu hatırlatıyor.
