Apollonik ve Diyonizyak kavramları, tanrı Apollon ve Dionysos arasındaki ikiliği temsil eder. Nietzsche, Trajedinin Doğuşu adlı kitabında bu ikiliği, sanattaki iki zıt gerilim olarak göstermek için kullanmıştır. Daha sonra, en sevdiğim antropologlardan Ruth Benedict, farklı kültürleri karşılaştırmak ve evrensel bir “doğru” veya “yanlış” olmadığını göstermek için bu dikotomiyi kullanmıştır.
Nietzsche’nin felsefesinde varoluş, acı ve kaostur. Bu acıyı yalnızca sanatın hafifletebileceğini ve katlanılabilir kılabileceğini düşünür ve sanatı ifade etmenin iki farklı yolu olduğunu belirtir: Apollonik ve Diyonizyak
APOLLO VE HAYAL ÜLKESİ
Nietzsche için Apollon, bilgelik, ışık ve akılcılığın tanrısıdır. Yunanlılar, rüyaları tanrı Apollon’a benzetmişlerdir. Apollon, çoğu şeyin yanılsama olduğu rüya dünyasını temsil eder. Rüyalarda, deneyimlerimizi ve ayrımlarımızı kendimiz/başkaları veya gerçek/yanılsama gibi ikilikler ile inşa ederiz. Apollonik sanat, sakinlik, akıl ve bireyselliğin sanatıdır. Heykel, Apollon sanatının bir örneğidir.

DİYONİSOS VE HEDONİZM
Öte yandan, şarap, delilik ve kaosun tanrısı Dionysos vardır. Onun dünyası sarhoş bir dünyadır ve Apollon’un rüya dünyasından çok daha kaotik ve mantıksızdır. Apollon sanatı çılgınlık, coşku ve kaosun birleşimidir. Müzik, Dionysos sanat formunun en iyi örneğidir.
İNSANLAR TANRILARI NEDEN YARATTI?
Trajedinin Doğuşu kitabında, insanların başına gelebilecek en iyi şeyin hiç doğmamış olmak, ikinci en iyi şeyin ise mümkün olan en kısa sürede ölmek olduğu söylenir. Bence Nietzsche bunu Sofokles, Oidipus Kolonos‘tan almış ve bunu o kadar etkili bir şekilde kullanmıştır ki, tanrıların yaratımıyla eşsiz bir bağ kurmuştur. İnsanlar, varoluşun amansız acısıyla başa çıkmak için tanrıları yaratmışlardır. Apollon’un düşler diyarının dışında, düş dünyasındaki insanların, içine düştükleri yanılsama nedeniyle hissedemediği bir kaos vardır. Ardından Dionysos gelir ve bu Apolloncu ışığın dışındaki insanları bir araya getirmeye çalışır. Bu güçlerin uzun mücadelelerinden sonra Yunan trajedisi doğdu: iki zıtlığın birleşmesiyle lirik ve epik şiir bir araya geldi.
RUTH BENEDİCT VE KÜLTÜRLERİN İKİLİĞİ
Nietzsche bu iki zıt gücü sanat formunda iki yaklaşım olarak ifade ederken, Ruth Benedict bu terimleri iki farklı kültürel değeri ve özelliği tanımlamak için kullanmıştır. Ona göre Diyonizyak kültürler aşırılığı, coşkuyu ve kaosu kucaklarken, Apollonik kültürler düzene, ılımlılığa ve uyuma değer verir. Apollonik ve Diyonizyak kültür kavramı, antropolojik anlamda gerçekten büyüleyici çünkü kültürün dünyadaki bireysel deneyimleri nasıl şekillendirdiğini mükemmel bir şekilde yansıtıyor.
KÜLTÜRÜN İKİ FARKLI GERÇEĞİ
Benedict’in kültürler üzerine yaptığı çalışmalarda, kültürler ve insanlar arasındaki ayrımları açıkça ortaya koyduğunu düşünüyorum. Örneğin Zuni halkı, denge ve ılımlılık içinde yaşayan Apollon’un idealini temsil ediyordu. Bence bu ılımlılığa yönelik kültürel tercih, toplumsal uyumu ve iç huzuru sürdürme vurgusuyla örtüşüyor. Öte yandan, Cheyenne ve Kwakiutl gibi Diyonizyak ruhlu kültürlerin kaotik ve hedonist olması, aşırılığın doğuştan gelmediğini, kültürlerin içinde derin bir anlam taşıdığını ve bulunduğu toplumun bağlamına göre yapılanmış olduğunu gösteriyor. Benedict’in yaklaşımında hoşuma giden şey, tıpkı bireyler gibi kültürlerin de kişiliklere sahip olduğunu düşünmemizi teşvik etmesi. Bence yaklaşımı, dışarıdan bakanlara tuhaf ve aşırı gelebilecek kültürel kodları daha çok takdir etmemizi sağlıyor. “normal” ve “sapkın” olan normların bile kültürden kültüre farklı olduğunu bize gösteriyor. Örneğin, Apollonik kültürde mütevazı ve sakin olmak normal kabul edilirken, kaotik ve çılgın olmanın sapkın ve anormal kabul edilmesi misali.
Ayrıca bu bana şunu düşündürdü: insanlar, mizacına ve kişiliğine daha uygun ve uyumlu kültürlerde mi kendilerini daha rahat hissediyor? Örneğin, doğası gereği mütevazı ve utangaç bir kişiliğe sahip biri Diyonizyak bir kültürde kendini dışlanmış ve yetersiz mi hissederdi, yoksa o kültüre uyum mu sağlardı? Belki de bu sorunun cevabı içimizde yatıyor; kişiliğimize aykırı ortamlara girip yaşadığımızda uyum sağlar mıyız yoksa kaçar mıyız? Bana göre bu, her insanın ve kültürün kendi doğası gereği nasıl farklı olduğunu yansıtan değişken bir kavram.
Genel olarak, Diyonizyak ve Apollonik kültür kavramları, farklı toplumların ve kültürlerin yaşamlarını nasıl zıt değerler etrafında düzenlediğini vurgular. Benedict, bize her kültürün coşku ve kısıtlama arasında kendine özgü bir denge bulduğu tek ve evrensel bir “doğru” ve “yanlış” yaşam biçimi olmadığını gösteriyor. Bana göre bu bakış açısı, kültürel çeşitliliği ve göreliliği açıklamaya yardımcı olmakla kalmıyor, aynı zamanda normal ve anormal olana dair varsayımlarımızın ötesine bakmamızı da sağlıyor.