Bu Haftanın Kitapları 21 Haziran 2021
Kitap severlerin gözden kaçırmamaları için hazırladığımız bu haftanın kitaplarında yine kitap severleri çok mutlu edecek kitaplar yer alıyor.
Geleceğin Tarihleri
Aynı zamanda çok iyi bir yazar olan hukukçu Lizzie O’Shea’ye göre, teknolojiyi anlamanın anahtarı gelecekte değil geçmişte. Geleceğin Tarihleri bunu savunuyor ve bizi dijital çağın pratik ve devrimci olanaklarını keşfetmeye davet ediyor: İnternet bugün teknoloji devleri tarafından hangi amaçlarla kullanılıyor? Sanal âlemin bizi gözetlemesi, hakkımızda veri toplaması ve bu verilerle yalnızca pazarlamacılığın değil, devletlerin denetim tekniklerinin de geliştirilmesi karşısında ne yapabiliriz? Daha da önemlisi, sürekli gelişen dijital teknolojiyi kamu yararına kullanmak mümkün mü, nasıl?
O’Shea yeniliğin kaynağında kapitalist hayal tacirlerinin aksine, yalnızca bireysel çıkarları görmüyor; kâr hırsından uzak kolektif çabaların dijital alanın ortaya çıkışında oynadığı rolü de hatırlatıyor. Günümüzün teknoloji CEO’larının ufuksuzluğa ve bayat bir ütopyacılığa saplanmış toplum tasavvurları yerine Paris Komünü’nün bize internet etiği hakkında neler söyleyebileceğini soruyor. Dijital alanı demokratikleştirmek için Karl Marx’ın yanı sıra Thomas Paine ile Frantz Fanon’un devrimci çalışmalarında ilham kaynakları buluyor. Teknoloji sermayedarlarının “kendi suretlerinde yaratmak” istedikleri internet dünyasının karşısına potansiyel özgürlük olanaklarını çıkarıyor.
Kısacası Geleceğin Tarihleri, olduğu gibi kabul etmeye meyilli olduğumuz bu dünya karşısında, bizi düşünmeye ve başka bir gelecek kurmaya çağırıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Amras Watten – Bir Miras
Thomas Bernhard’ın pek çok kez gözde metni olarak tanımladığı AMRAS’ta, doğa bilimleri eğitimi almış Karl ile müzik eğitimi almış, annesi gibi sara hastası olan Walter’in hastalık öyküsü aktarılır. Anne babanın ölümüyle sonuçlanan ailenin intihar girişimi sonrasında hayatta kalan iki erkek kardeş kendileri için hem hapishane hem sığınak anlamına gelen bir kulede yaşamaya başlar. Dayıları, akıl hastanesine yatırılmalarını önlemek amacıyla onları bu kuleye getirmiştir.
Watten. Bir Miras, Güney Tirol’e özgü bir iskambil oyunu –“watten”– odağında gelişen, dört karakterin yolunun kesiştiği uzun bir monologdur: Morfin kullanımını suiistimal şüphesiyle muayenehanesi kapatılan doktor (birinci tekil anlatıcı), onu watten oynamaya zorlayan kamyoncu, ormanda kendini bir ağaca asıp intihar eden kâğıt imalatçısı Siller ve onu ölü halde bulan seyyah. Siller’in intiharı sonrasında doktor artık watten oynamaya gitmeyeceğini söyler.
Amras (1964) ve Watten. Bir Miras (1969) Bernhard’ın erken dönem eserleri arasında, yazınla müzik bağını açığa çıkaran iki yenilikçi anlatı.
Zorunluluk, kaçınılmaz olan, gereklilik Bernhard’ın bütün kitaplarına damga vurur, belki de AMRAS’la başlayarak; bu kitapta huzursuzluk, bu huzursuzluğun egemenliğinden bile daha güçlüdür, parçalanan bir dünya ile ilişkilenen camdan bir huzur. Olayların akışı, bütün anlamsızlıkları içinde daima daha basit, daha anlamlı hale gelir.(…) Bernhard’ın son düzyazı kitabının [WATTEN. BİR MİRAS] Beckett’inkilerin çok ötesine geçtiğine; zorlayıcı olan, kaçınılmaz olan ve sertlik aracılığıyla onlara sonsuz üstün geldiğine inanıyorum.
Ingeborg Bachmann (“Thomas Bernhard: Bir Deneme”, 1969)
Sizin de bildiğiniz gibi her şeyin büyük şenliklerle ahmaklığa teslim olduğu bizimki gibi bir ülkede uzun süre yaşayınca, kısa zaman sonra tercih hakkımız kalmaz. Beyin bu ülkede tamamen yersizdir, işsizdir.
(Tanıtım Bülteninden)
Nat Tate: Amerikalı Bir Sanatçı 1928 – 1960
“Kendi zamanında çok iyi anlaşılmış bir sanatçının etkileyici hikâyesi.”
Gore Vidal
Nat Tate, Amerikan dışavurumcu resminin şüphesiz en gizemli figürü: Yaptığı resimlerin yalnızca birkaçı günümüze ulaşmış olan, geri kalanını kendi elleriyle yok etmiş bir deha; Hans Hofmann’ın öğrencisi, şair Frank O’Hara, sanat galerisi sahibi Janet Felzer, onun gibi dışavurumcu ressam Franz Kline, hatta büyük ressam Georges Braque gibi isimlerin dostu. William Boyd, bu doğuştan yetenekli sanatçının yaşamını Logan Mountstuart’ın günlüğünde anlattıklarından da yararlanarak ince ince işliyor. Dehanın doğumundan ölümüne çalkantılı yaşantısını, hüzünlerini, sarhoşluklarını, hayal kırıklıklarını, başarılarını tüm gerçekliğiyle ortaya koyuyor.
Peki ama Nat Tate’i neden kimse tanımıyor?
“William Boyd, Tate’in çalışma yöntemini öyle kuvvetli betimliyor ki 60’lı yıllarda New York, Prince Sokağı’ndan aldığım küçük yağlıboya tablonun kayıp Üç Panolu Triptik resimlerinden biri olduğuna beni ikna etmeyi başardı. Bu dingin ve dokunaklı monografın büyük hüznü, sanatçıların –Tanrı’nın sizi elbette bir sanatçı, ama vasat bir sanatçı yapacağına dair– derin korkusunun, geriye dönüp baktığımızda Nat Tate için geçerli olmadığını gösteriyor.”
David Bowie
(Tanıtım Bülteninden)
Bedenin Tarihi 1-2-3
Bedenin Tarihi serisi “somut insanı”, “yaşayan insanı”, “etten kemikten insanı” yeniden kurguluyor. Elle çizilen portrelerden fotoğrafa, kişisel bakımdan kolektif korunma yöntemlerine, mutfaktan gastronomiye, cinselliğin ahlakın alanından çıkıp psikolojiye dahil edilmesi gibi bedene yapılmış farklı yatırımları inceliyor. Serinin ilk kitabında her biri alanında uzman tarihçiler ortaçağdan Rönesansa uzanan zaman dilimini mercek altına yatırıyor.
(Tanıtım Bülteninden)