Haftanın kitabı: Hayali Cemaatler
Benedict Anderson, 1983 yılında yayımladığı "Hayali Cemaatler" kitabında, milliyetçiliğin kökenlerini ele alırken Avrupa merkezli görüşleri sarsmayı hedefledi.
Anderson, bu çalışmasında milliyetçiliğin ve millet kavramının 18. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan kültürel yapılar olduğunu savunur. Ona göre, milliyetçilik farklı tarihsel güçlerin kesişiminde doğmuş, ardından modüler hale gelerek farklı coğrafyalara uyarlanabilir bir nitelik kazanmıştır.
Anderson, ulusu “hayal edilmiş bir siyasal topluluk” olarak tanımlar. Bu topluluklar hayal edilir çünkü üyeleri birbirini tanımasa da ulusun varlığı zihinlerinde canlıdır. Ulus, sınırlı olarak hayal edilir çünkü en büyük ulusun bile sınırları vardır. Egemen olarak hayal edilir çünkü ulus devletin sembolüdür. Ve cemaat olarak hayal edilir çünkü ulus, eşitsizliklere rağmen yatay bir kardeşlik olarak tasarlanır.
Anderson’a göre, milliyetçiliğin ve ulusun hayal edilmesini sağlayan birçok tarihi güç ve olay vardır. Aydınlanma düşüncesi dinin yerini alarak insanların geçmişle gelecek arasında bağ kurma ihtiyacını karşılamıştır. Avrupa dışındaki dünyaların keşfi, Latincenin itibarsızlaşması, hanedanlıkların çöküşü ve zaman tasavvurunun değişimi bu süreçte etkili olmuştur. Matbaanın icadı ve kapitalist yayıncılığın gelişimi, halk dillerinin yaygınlaşmasına ve ulusal bilincin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Halk dillerinde yapılan yayınlar, ortak bir iletişim alanı yaratmış ve ulusal kimliklerin temellerini atmıştır.
Anderson, milliyetçiliğin Amerika’da Avrupa’dan önce geliştiğini ve dilin burada farklı bir rol oynadığını belirtir. Avrupa’da dil farklılıkları ulusu şekillendirirken, Amerika’da aynı dili konuşan kurucu sınıflar dil üzerinden bir mücadele vermemiştir. Criollo’ların merkeze karşı direnişi, İspanyol-Amerikan imparatorluğunun parçalanmasına yol açmıştır.
“Hayali Cemaatler” kitabında Anderson, milliyetçiliğin Avrupa’da ortaya çıkışını, kapitalizmin ve yayın teknolojisinin rolünü vurgular. Resmi milliyetçilikler, devlet kontrolünde milliyetçiliğin yaygınlaştırılmasını hedeflemiş ve dünya genelinde taklit edilmiştir. Anderson, milliyetçiliğin Avrupa merkezli kökenlerini sorgularken, geleneksel Marksizm ve liberalizmin milliyetçiliğin gücünü anlamaktaki yetersizliğini eleştirir. Milliyetçiliğin sıradan bir ideoloji olmadığını ve insanların uğruna ölmeye hazır oldukları bir bağlılık düzeyi sunduğunu vurgular.
Özetle, milliyetçilik, insanlarla güçlü bir adanmışlık ilişkisi kurarak tarih boyunca büyük etkiler yaratmıştır. Anderson, milliyetçiliğin kökenlerini ve etkilerini daha derinlemesine anlamak için önyargılardan uzak bir analiz gerektiğini savunur.