Menekşe Gülben’in Everest Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan romanı “Beygül”, yayınlandığı günden itibaren edebiyat çevrelerinde ve okurlar arasında büyük bir ilgiyle karşılanıyor. Roman, ana karakter Beygül’ün hafızasının derinliklerinde kayıp gerçeğin izini sürdüğü, etkileyici bir yolculuğu konu alıyor. Beygül, hayatındaki eksik parçaları kara bir defterde bir araya getirme çabasıyla okuyucunun karşısına çıkıyor. “Beygül”, şahidi kalmamış anıların gerçekliğini sorgularken, okuyucuyu kendi geçmişiyle, gerçekleri, yalanları ve hayalleriyle yüzleşmeye davet ediyor.
Romanın hikayesi, Torosların eteklerindeki küçük bir kasabada başlıyor. Beygül’ün çocukluk döneminde insanların gizli sırlarını sezmeye dayalı “tanrıcılık oyunu” ile şekilleniyor. Gençlik yıllarında ise içindeki karanlıkla özdeşleştirdiği bir mağaraya sığınıyor. İlk aşkın ve derin kalp kırıklıklarının ardından Beygül, Londra’nın kalabalık yalnızlığına sürükleniyor. Menekşe Gülben, aidiyet, bellek ve varoluş sancılarını Beygül’ün çocukluğundan yetişkinliğine uzanan bu zorlu yolculukta, okuyucuyu sarsan bir dürüstlükle ele alıyor. Kendisini dalına tutunamayan çürük bir erik gibi hisseden bir ruhun, tüm zorluklara rağmen kök salma mücadelesi romanın ana temasını oluşturuyor.
“Beygül”, yaralarla dolu bir geçmişten sıyrılarak kimliğini bulma ve inşa etme sürecinin dokunaklı bir anlatısı. Menekşe Gülben’in güçlü ve samimi anlatımıyla hayat bulan Beygül’ün yolculuğu, travmayla yüzleşmenin ve içimizdeki boşluklarla barışmanın mümkün olup olmadığını sorgulatıyor. Roman, okuyucunun zihninde ve kalbinde derin bir iz bırakacak, sarsıcı bir okuma deneyimi sunuyor.
Beygül, Bey Dağları ve Güllük Dağı’na bakan bir kasabada, ismini dağlardan alan bir çocuk. Aile, mahalle, okul ve arkadaşlar, onun için sadece sıradan hayatın ve insanların kötülüklerini gözlemleyebileceği ortamlardır. Henüz kendi varoluşunu tam olarak adlandıramamışken bile, cinsel yönelimi nedeniyle acımasızca savrulabileceğinin farkındadır ve etrafında bir zırh örerek kendini korumaya çalışır. Menekşe Gülben, bu ilk romanında Beygül’ün gittiği yeni şehirlerde ve ülkelerdeki yalnızlığına, korkularına ve cesaretine ortak olmaya çağırıyor okuyucuyu. Romanın sonunda ise şu soru akıllarda kalıyor: Yaşanmamış yakınlıklara duyulan özlemle çıkılan yollar, şifaya mı yoksa hayal kırıklıklarına mı açılır? Roman, ev olmanın iyi bir masalcıya sahip olmak anlamına geldiğini vurguluyor ve yıkılan bir evin ardından yeni bir masal üreten bir ev, hakikati sürekli geciktirerek, hakikatin sürekli yeniden yaratılan bir masal olarak kalmasını sağlıyor.