Nobel Komitesi, ödülün duyurusunu yaparken dünya genelinde demokrasinin gerilediğine dikkat çekti. Komite başkanı, ödül sahibi kişinin, birleştirici bir figür olarak önemli bir rol oynadığını vurguladı.
“Demokrasinin özünde, fikir ayrılıklarına rağmen halkın iktidarının ilkelerini savunma konusundaki ortak isteğimiz yatar,” şeklinde bir ifade kullanıldı. Demokrasi sözcüğü, Yunanca “demos” (halk) ve “kratos” (güç/yönetim) kelimelerinden türemiş olup, gücün halkın elinde olmasını ifade eder.
Demokrasinin kökenleri antik çağlara kadar uzanır. Tarihteki ilk demokrasi olarak genellikle Antik Atina kabul edilir. Antik Yunanlılar, demokrasiyi ilk icat edenler olarak kabul edilir. Tarihte ilk kez “halkın yönetimi” fikrini hayata geçirdiler. Kelimenin kökeni dahi, Yunanca “demos” (halk) ve “kratos” (yönetim) kelimelerinden gelir.
Britannica Ansiklopedisi’ne göre, MÖ 507’de Kleisthenes liderliğinde Atinalılar, yaklaşık iki yüzyıl sürecek benzersiz bir sistem kurdular. Atinalılar demokrasilerini üç temel soru üzerine inşa ettiler: Demokratik yönetim için en uygun siyasi yapı ne olmalıydı? “Demos” kimlerden oluşmalıydı? Yönetim için hangi siyasi kurumlar gerekliydi? İlk sorunun cevabı açıktı: Demokrasinin sahnesi “polis”, yani şehir-devlet olmalıydı.
İkinci soruya verilen yanıt, 19. ve 20. yüzyıllardaki modern demokrasilerin deneyimlerine benzerdi. Yurttaşlık kalıtsaldı, yani sadece anne ve babası Atinalı olanlara veriliyordu. Bununla birlikte siyasal haklar yalnızca 18 yaşını doldurmuş erkeklere tanınıyordu (MÖ 403’te bu yaş 20’ye yükseltildi). Kesin nüfus verileri sınırlı olsa da, MÖ 4. yüzyıl ortalarında yaklaşık 100 bin yurttaş, 10 bin yerleşik yabancı ve 150 bine kadar köleleştirilmiş insan olduğu tahmin edilmektedir. Yurttaşların yaklaşık 30 bini 18 yaş üstü yetişkin erkekti. Bu rakamlar doğruysa, “demos” toplam nüfusun sadece yüzde 10-15’ini temsil ediyordu.
Üçüncü sorunun cevabında ise Atina demokrasisinin kalbi Halk Meclisi (ekklesia) oldu. Akropolis’in batısındaki Pniks tepesinde toplanan bu meclis, yılda yaklaşık 40 kez bir araya gelir; savaş ve barıştan vergiye ve yasaların kabulüne kadar her konuda karar alırdı. Kararlar genellikle el kaldırılarak oylanır, çoğunluğun görüşü geçerli olurdu. Yeni bir yasa önerildiğinde tüm yurttaşlar oy kullanabiliyordu, ancak yalnızca o gün Meclis’te fiziksel olarak bulunuyorlarsa bunu yapabiliyorlardı. Dolayısıyla bu sistem, doğrudan demokrasiydi: Yurttaşlar savaş, barış, vergiler ve yasalar gibi konuları kendileri tartışıyor ve oy veriyorlardı.
Katılım fiilen zorunluydu ve binlerce yurttaş sürece dâhil oluyordu. Ancak bu irade kadınları, yabancıları ve köleleştirilmiş insanları tamamen dışlıyordu. Sistem başka kurumlara da dayanıyordu. Yurttaşlardan kura ile seçilen 500 kişilik Konsey (Boule), Meclis’in gündemini belirliyor ve bir yıl görev yapıyordu. Yine kura ile seçilen yurttaş yargıçlar da halk mahkemelerinde görev alıyordu.
Atina demokrasisinin sınırları açıktı. Kadınlar siyasetten tamamen dışlanmıştı, köleleştirilmiş insanların hiçbir hakkı yoktu ve yabancılara yurttaşlık tanınmıyordu. Dolayısıyla Atina’da demokrasi yalnızca anne babası Atinalı olan özgür erkeklere açıktı. Yine de Atina demokrasisi güçlü bir yurttaşlık bilinci oluşturdu. Yurttaşlar karar alma süreçlerine ortak olduklarını hissediyor, bu da şehre olan bağlılıklarını artırıyordu.
Sistem, Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi filozofların düşüncelerini de etkiledi. Platon, demokrasiyi eğitimsiz kitlelere güç verdiği için istikrarsız ve kaotik görüyordu. Aristoteles ise demokrasiyi daha gelişmiş bir yönetim biçimi saymakla birlikte, zenginlerle fakirler arasında doğru dengeyi kuramadığını savundu.
Kura sistemi, Atina demokrasisinin merkezindeydi. Birçok görevli kura ile seçiliyor, böylece elitlerin hâkimiyeti azaltılıyor ve eşitlik sağlanıyordu. Kamusal konuşma da kritik bir rol oynuyordu. Yurttaşları ikna etme becerisi siyasette yükselmenin temel yoluydu. Özgürlük de Atina’da farklı bir anlam taşıyordu: Öncelikle yönetime katılma hakkı olarak anlaşılıyordu.
Atina demokrasisi hem iç hem dış krizlerle karşı karşıya kaldı. Sparta ile yapılan Peloponez Savaşları sırasında sistem büyük baskı altına girdi. Son darbeyi Makedonya’nın yükselişi vurdu. MÖ 338’de II. Filip, Atina ve Thebai’yi mağlup etti ve Atina’yı Makedon hâkimiyeti altına soktu. Kurumlar resmen korunsa da Atina gerçek bağımsızlığını kaybetti. Sonunda MÖ 1. yüzyılda Roma’nın etkisiyle Atina demokrasisi bir hatıradan ibaret hale geldi.
Atina demokrasisi kalıcı bir miras bıraktı. Gücün yurttaşlarda olması gerektiğini ve siyasal katılımın özgürlüğün özü olduğunu ortaya koydu. BM, her yıl 15 Eylül’de Uluslararası Demokrasi Günü’nü kutlarken Atina’yı anmak insanlığa demokrasinin sadece bir siyasal sistem olmadığını, bir yaşam biçimi olduğunu hatırlatıyor.