Dosya

Rasputin: Kutsalın Gölgesindeki Şarlatan (I)

Bu sunuşu takip eden sayfalarda, Sibirya’nın küçük bir yerleşim merkezi Pokrovskoye’de orta halli bir ailede doğan Grigoriy Rasputin’in dramatik bir sonla Petrograd’ta noktalanan 47 yıllık yaşam öyküsünü Henri Troyat’ın yetkin kaleminden okuyacaksınız. Troyat’ın etkileyici tasvirleriyle, tarih ve olayların ardı ardına sıralandığı kuru bir biyografi olmanın ötesine geçen metin, edebi yönü ağır basan bir anlatı formunda kaleme alınmış. Kuşkusuz Troyat’ın metnini çekici kılan hususlar, metnin dili ve anlatım özellikleriyle sınırlandırılamaz. Sibiryalı eğitimsiz bir köylü (mujik) Rasputin’in, 300 yıllık Romanovlar hanedanının sonuncu üyesi Çar II. Nikolay’ın sarayına kadar uzanan öyküsü; çarlık ailesi üzerindeki nüfuzu ve Ekim Devrimi öncesinde Rusya’nın kaderini etkileyecek birçok olayda kendi başına aldığı kararları uygulatabilme imkânı bulması, yaşam öyküsünü çekici kılan unsurların başında geliyor.

Elinizdeki kitapta Troyat, kısa ancak ‘inanılmaz’ öğelerle bezeli bu yaşamı tüm ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor. Ben bu sunuş metninde, Rasputin fenomenini yaşamında belirleyici olduğunu düşündüğüm olay ve olgulardan hareketle ele almak istiyorum. Amacım, 20. yüzyılın ilk yıllarında başlayan, kısa sayılabilecek sürede hanedan üzerinde hâkimiyet kurarak Rusya’yı yönetmeye kadar varan yükselişinde Rasputin’e atfedilen, ‘doğaüstü güçleri’, ‘büyüleyici kişiliği’ ve ‘seçilmiş olması’ gibi meziyetlerin, anılan ‘iktidar olma süreci’ne olan olası etkilerini mercek altına almak.

(I)

Hıristiyanlığın yayıldığı coğrafyanın geçmişi büyük ölçüde putperest, pagancı ve mitsel unsurlarla bezeli inanç panteonlarına dayandığı için, kutsal olan ile din dışını birbirinden ayıran sınır, şayet böyle bir sınır varsa, çok incedir. Bu iki ‘inanç alanı’ arasına sınır çekme isteği, akademik düşünce biçimine uygun düşen bir kategorileştirme ve olguların anlaşılabilir kılınmasına olanak veren bir sadeleştirme çabasından kaynaklanmaktadır. Aslında sorun sadece Hıristiyanlığa özgü olmayıp tüm tek tanrılı dinler için de büyük ölçüde geçerlidir. Monoteizmin yükselişinin, tartışmasız hâkimiyetini tesis edebilmesinin önündeki en önemli engellerden biri, geçmiş dönemin pagancı unsurlarının geleneksel halk kültüründe içinde uzun süre yaşama şansı bulacak olmasıydı. Diğer yandan tanımı gereği, sıradan bir insanın gündelik yaşamında karşılaştığı güçlükler için doğaüstü/dışı güçlerden yardım istemesine, monoteist karakterli bir din olan Hıristiyanlığın hoş görüyle yaklaşması beklenemezdi.

Kilise erken dönemlerden itibaren doğaüstü güçlerden yardım taleplerini Tanrıya şirk koşma olarak görüp yasaklama yoluna giderken, halk geleneğinde yaşama şansı bulan ve Hıristiyanlık inancına sızan bu itikatları ise batıl bularak mahkûm edecektir. Ancak başta Roma-Katolik Kilisesi’nin çabalarıyla, Hıristiyanlığın kutsalı ile din dışı (batıl) arasında yapılmaya çalışılan bu ‘kategorik ayrım’, ister Ortodoks ister Katolik hangi mezhepten olursa olsun, sıradan ‘inançlı’ bir Hıristiyan için çok fazla bir anlam ifade etmez. Bu muğlâklık, kutsalın nüfuz alanından batıl görülene geçişin veya tam aksi yönde bir hareketin, aralarında olduğu varsayılan sınırı belirleyen çizginin çok ince olması kadar, geçirgenliğin yüksek olmasından da kaynaklanmaktadır. Tarihin farklı dönemlerinden çok sayıda örnekle ortaya konabileceği üzere, Kilise’nin başta falcılık, büyücülük, medyumluk olmak üzere, yanlış kabul ettiği inançlarla giriştiği ve sonuçları yer yer fanatizme varan mücadelenin dozu arttıkça cemaatin, kutsalın değerlerine bağlı kalmakla birlikte, giderek daha fazla batıl olana meylettikleri görülmektedir.

Tabiatıyla bu etkileşimin doğal sonuçlarından birisi, Hıristiyanlığın devlet dini olarak kabul edilerek saygınlık kazanmasından 20. yüzyıla kadar uzanan süreçte insanların, Kilise çatısı altında ve Kilise dışında olmak üzere adeta ‘çift kimlikli’ bir yaşam sürmeleridir: Bir yandan hafta sonlarında ve dini bayramlarda Kilise ziyaretlerini aksatmadan yapar, düzenli oruç tutup tüm dini vecibelerini yerine getirirken, diğer yandan sara hastası çocuğu için mucize yaratan sözde tedavileriyle ünlenmiş şifacıya başvurur, büyü nedeniyle sütten kesilen ineği için karşı-afsun duası yazdırır, çocuğu olmayan gelini için üfürükçü çağırır, demonların kontrolüne girdiğine inanılan oğlu için komşusuna en iyi egzorsistin adını verir, evine musallat olan kötücül demonlar için tütsüler yakar, esenlik duaları okur, ailenin koruyucu ruhlarını yardıma çağırır, yaramaz çocukları hortlaklarla korkutur; her yeni yıl için falcılara danışmayı ihmal etmez, olanakları elveriyorsa ölülerin dünyasından haberler için ruh çağırma seansları düzenler, yaşamın her alanında karşılaştığı engelleri istediği gibi aşabilmek için sözde azizlerin ruhu için adak adarken, sokaktan geçen tiryak satıcısından her derde deva olan iksirlerden almayı, hekimlere danışmaya tercih eder.

(II)

Yukarıda sayılanların, artık var olmayan arkaik bir dünyaya, onun değerler sistemine özgü olduğu ve uzak bir geçmişte kaldığını düşünmek yanılgıdır. Kuşkusuz bazı coğrafyalarda doğaüstü güçlere atfedilen önem ve insanlar üzerindeki etkisi diğer bölgelere göre daha kuvvetli olmuştur. Bu durum dini olduğu kadar inanç dindışı etkenler olarak tanımladığımız toplumsal, politik, etik, coğrafi ve ekonomik şartların etkisinde şekillenir. Ortodoks Rusya’nın olağanüstü geniş toprakları, dinin gündelik yaşamda çok önemli bir yer tuttuğu nadir coğrafyalardan birisiydi.

Merkezi yönetimin ulaşamadığı uçsuz bucaksız bozkırlarda, pagancı ve şamanist inanç panteonlarının Kilise ile iktidar savaşı yürüttüğü 20. yüzyıl başındaki Rusya, uzun süre savaşlardan yorgun düşmüş, köhneleşmiş üretim ve paylaşım ilişkileriyle ekonomisi zayıflamış, insanlarının yoksulluk karşısında çaresiz kaldığı bir ülkedir. Rusya’yı 300 yıldır idare eden Romanov hanedanının son temsilcisi olan çar II. Nikolay beceriksiz olduğu kadar acımasızdır da. Rusya çapında bir ülkeyi değil yönetmek, ordusunda generallik yapacak bir yeteneğe dahi sahip olmayan; kararsız, dar görüşlü, başta karısı çariçe Alexandra Fyodorvna olmak üzere her türlü etkiye açık, ülkesine vakfetmesi gereken zamanı daha çok av partilerinde harcayan, monarşinin dayatmasıyla ülke idare etmeye çabalayan aciz bir insandır. Tuttuğu ‘günlük’te “en çok sevdiği şeyleri inceden inceye anlattığı görülür. Bunlar açık hava oyunları ile sporları ya da köpekleriyle oyalanmalar, ata binme, paten kayma ve özellikle avlanma gibi şeylerdir.”[1] Yirmi üç yıllık saltanatı boyunca halkla arasına mesafe koymayı erdem sayan II. Nikolay’ın bir Alman prensesi ile evlilik yapması kendisine konumundan dolayı gösterilen geleneksel sevgi ve saygının azalmasına neden olacaktır.

Hanedan’a olan güven, Potemkim Zırhlısı mürettebatının isyanı, Rus-Japon savaşı ve akabinde imzalanan barış anlaşması ve nihayet 1905 ayaklanmasının (Kanlı Pazar) acımasızca bastırılmaya çalışılmasıyla nedeniyle dibe vurmuşken, bu kez Petrograd’da ortaya çıkan ve yetersiz Çar’ın iktidarına ortak olmayı başaran Sibiryalı bir mujik, 300 yıllık Çarlık rejiminin ülkeyi hangi noktaya getirdiğini tüm açıklığıyla göstermesi bakımından adeta bir turnusol kâğıdı işlevi görecektir. Petrograd’a gelişinden bir süre sonra çar ve çariçeye takdim edilen Rasputin’in iktidara yürüyüşü, 1906 yılında çarlık sarayında kabulüyle başlar ve ölümüne kadar yaklaşık 10 yıl sürer. Nasıl olmuş da, okuma yazması olmayan bir mujik Petrograd’a adım attığından itibaren çevresinde seçkinlerden bir hayran kitlesi oluşturabilmiş, kısa sürede çarlık sarayına kabul edilebilmiş, dahası çariçe ve çar üzerinde bu denli etkili olabilmiştir. Bu soruya yanıt aramaya başlamadan önce biraz geriye gitmemiz ve Grigoriy Rasputin’in Petrograd’a gelmeden önceki yaşamına kısaca değinmemiz gerekiyor.

(III)

Rasputin ailesi 10 Ocak 1869’da doğan ikinci oğullarına, Nissalı Aziz Gregorius’a adanmış bir günde dünyaya geldiği için Grigoriy ismini koyar. Grigoriy küçük yaşta geçirdiği ateşli bir hastalık sırasında ailesine mavi-beyaz giysili güzel bir kadının kendisine görünerek iyileşmesini emrettiğini söyler. Meryem Ana’nın küçük Grigoriy’e görünmesi yaşadığı çevrede, onun Tanrı’nın sevgili kulu olduğuna bir işaret olarak algılanır. Takip eden yıllarda gündelik yaşamın akışına uygun düşmekle birlikte çözülmesi gereken bazı olaylardaki öngörüleri, küçük Rasputin’in kâhinlik yeteneğine sahip olduğu söylentisinin yayılmasına neden olacaktır. Büyüdükçe, ‘farklı’ olduğuna ve bunu yaratacağı mucizelerle insanlara ispat edebileceğine kendisi de inanmaya başlar. Ailesinin izniyle bir tür hac yolcuğuna çıkar, arınmış olarak döndüğünde, komşu köyden bir kızla evlenir. Evliliği sonrasında tefekkür arayışlarıyla yaptığı yolculuklar onu bir tür dilenciler tarikatı olan staretsler ile tanıştırır ve o Artık amaçsızca dolaşan bir gezgin, yani bir ‘strannik’ olmuştur. Sibirya’ya ve Ortodoks dünyanın kutsanmış merkezine, Yunanistan’daki Aynaroz Dağı’na yaptığı uzun yolculuklardan kıvanmış olarak geri döner. Bu dönemin, 31 yaşına gelmiş bu arada üç çocuk babası olmuş Rasputin’in yaşamındaki ilk kırılma olduğu söylenebilir. Artık onun için, kutsal sözü yaymak her şeyden önemlidir.

Çünkü Tanrı tarafından önce sınanmış, sonrasında seçilmiştir. Seçilmiş olmanın ona verdiği güç ve ayrıcalıkla insanları kendi yöntemleriyle tedavi edebilecek, kehanette bulunabilecek, mucizeler yaratabilecektir. Üstlendiği misyona uygun düşen meczup tavırlarıyla çevresindekileri etkilemeyi başarır: Yüzünde çoğu zaman şaşkın bir ifade okunmaktadır. O kadar sinirlidir ki bazen anlamsız hareketler yapar ve ilahiler söyleyerek istavroz çıkarır. Kimi zaman çökkün, kimi zaman da taşkındır. Birbirinden kopuk cümleler söyler; kekeler; kelimelerin telaffuzunda zorlanır; sürekli tanrısal iradeye başvurur. Başlangıçta Tanrı tarafından ona bahşedilen bu kutsal gücü hangi yüce amaçlar için kullanabileceğine dair bir görüşü yoktur. Bu arayış döneminde daha fazla insana seslenebilmek için memleketi Pokrovskoye’de evinin yakınında yeraltında bir basit mabet inşa eder. Çoğu kadın olan müritleriyle bir araya geldiğinde cinsellik giderek ayinlerin vazgeçilmez bir unsuru haline gelir. Arınmak için sık sık müritleriyle yaptığı hamam ziyaretlerinin orjiye dönüştüğü söylentileri çevrede yayılır. Bu dönemde “Rasputin’in günah ve nedamet üzerindeki fikirleri, bir çeşit dinsel çılgınlıkla sevişme karışımı şeylerdi(r).”[2]

Bu arada müritleri dışında, kısa sürede kendisine hatırı sayılır sayıda düşman edinmeyi de başarmıştır. Yoğun tüketilen alkolün etkisinde yapılan histerik danslar ve fütursuzca kurulan cinsel ilişkiler düşmanlarının eline koz verecektir. Rasputin giderek daha sık sapkınlık, şeytanla işbirliği yaparak müminleri yoldan çıkarmak suçlamasıyla karşı karşıya kalır. Kuşkusuz kendisine azizlik mertebesini hedeflemiş bir din adamı için ‘şeytanla işbirliği’ çok ağır bir suçlama olmakla birlikte, genç ve tecrübesiz Grigoriy’nin bunun ne kadar farkında olduğunu tahmin edebilmek güçtür. Daha sonra da sık sık maruz kaldığı, ‘kutsalın kisvesine bürünmüş şeytan’, ‘kutsal şeytan’ benzetmeleri yaşamı boyunca Rasputin’in yakasını bırakmaz. Rasputin’e yöneltilen, kadın müritlerini kara büyü yaparak kendine bağlaması, sapkın çıkarları için onları kullanması ve bu süreçte doymak bilmez cinsel açlığını hoyratça gidermeye çalışması vb suçlamalar, onun Geç Ortaçağ’da yaşanan cadı avlarının baş aktörü şeytana öykündüğünü düşündürür. Cadıların işbirlikçisi şeytan da, gece yarıları düzenlenen kara büyü ayinlerine davet ettiği cadılarla çılgınca dans etmekte, eril kimliğiyle (incubus) cinsel ilişkiye girmekte ve onlara ‘cadılık tarikatı’na bağlılık yemini ettirmek için gerisini öptürmektedir.

Bu bağlamda daha sonraki yıllarda Rasputin hakkında yayılan ‘büyük penis’ efsanesi ve sakallı teke benzetmesi de, Hıristiyanlık inancındaki ‘baş ayartıcı’ imgesine uygun düşer ve bu özdeşliği pekiştirir. 1901 yılında, Rasputin ve müritleri hakkında, 17. yüzyılda ortaya çıkan, Ortodoks Kilisesi’nin ahlak ilkelerini ve ayin usullerini benimsemeyen Kamçıcılar Tarikatı’na (Khlysty) üye oldukları şüphesiyle soruşturma açılır. Kamçıcıların uluorta kendilerini/birbirlerini kamçılayarak kan revan olmuş bedenlerle sokaklarda boy göstermeleri, halk arasında, gözlerden uzak gizli yerlerde yapılan ayinlerin, mutlaka tarikat üyelerinin cinsel uyarılma ve ilişkiye girmesiyle bittiği inancını kuvvetlendirmektedir. Rasputin’in bu tarikatın üyesi olup olmadığı açık olmamakla birlikte, müritlerine ‘khlysty’ şarkılarını ve ayin danslarını öğretir ve Tanrı, günaha girdikten sonra arınan kullarını sever sloganıyla kamçıcıların ilkelerini benimsediği anlaşılıyor. Diğer yandan Rasputin günah olmadan pişmanlık olmayacağını her fırsatta dillendirmesi ve yaşamı boyunca bu ilkeye göre hareket etmesi onun, en azından, Kamçıcılar Tarikatı’nın sadık bir takipçisi olduğu tezini kuvvetlendirmektedir. Hakkında açılan soruşturmadan bir şey çıkmaz; bu soruşturma Rasputin’in kalan 15 yıllık yaşamında atlatacağı badirelerden ilkidir.

Saldırılardan yara almadan çıkması kendine olan güvenini arttır: Kaldı ki Grigoriy kulunu zina yapmaya, sarhoş olmaya, kendinden geçene kadar dans etmeye teşvik eden Tanrı’dır. Rasputin yaşamında önemli bir yol ayrımına geldiğini ve ciddi kararlar alması gerektiğinin farkındadır. Ya sırtında çuha gömleği keçe ayakkabıları ve asasıyla gezgin bir vaiz olarak sıcak soğuk demeden yollara düşecek, bir manastır mutfağına sığınana kadar aç karnına, en iyi ihtimalle bir parça kuru ekmek ve suyla günlerini geçirecek ya da giderek tiryakisi olduğu dünyevi zevklerinden ödün vermeden daha yukarılara tırmanmak için başkentin yolunu tutacaktır.

Rasputin’in Petrograd’a gelmeden önceki bu döneminde, yaşamın daha sonraki yıllarında belirleyici olacak, bazı kişilik özelliklerinin şekillendiğine tanık oluyoruz. Her ne kadar sıradan bir rastlantı olsa da, doğum gününe atfedilen önemle başlayan ‘seçilme süreci’nde yaşadığı en önemli olay, küçük bir çocukken geçirdiği hastalık sırasında Meryem Ana’nın kendisine görünmesidir. Ortaçağ’da aziz/e/lik payesinin elde edilmesine uzanan süreçte, İsa Mesih’in, Meryem’in, Eski Ahit’ten bazı peygamberlerin veya kültleşmiş kimi aziz ve azizenin rüyalara girmesi (visio), uykuları bölen, sanrılar yaratan kâbuslarda görünerek yardım eli uzatması, yaygın rastlanan bir haldi. Kutsal varlık, seçilme sürecindeki ‘aday’a kendini genellikle ateşle seyreden somatik veya psikosomatik bir rahatsızlık sürecinde gösterdiği gibi, gündelik hayatın akışı içinde hiç beklenmedik bir anda da ortaya çıkabilirdi. Genel olarak, kutsal varlığın ağır seyreden ruhsal ve/veya fiziksel bir rahatsızlık sırasında görülmesi, kendinde olmayan ‘hasta’nın kutsanmış isimleri sayıklaması, İncillerden cümleler dillendirmesini takiben, birden bire iyileşerek ayağa kalkması kutsandığının kabulüne uygun düşen bir süreçti.

Ancak Hıristiyanlık inancında seçilmiş olanın aziz/e/lik payesine uzanmasında kat etmesi gereken yol uzun ve meşakkatlidir: Kehanette bulunabilme ve gaipten haber alabilme gücünün varlığının yanı sıra; inziva disipliniyle yaşamak, kendine dönme ve tefekküre dalmanın (vita contemplativa) gerektirdiği ruh dinginliğine sahip olmak, hastaları bilinmedik yöntemlerle tedavi etmek, başkalarının fiziksel veya tinsel acılarını yüklenmek, visio yetisini selamet arayışlarına vesile etmek ve yüksek bir konsantrasyon yeteneği seçilmiş olanın, mucize yaratma yeteneğinin olduğuna delalet eden unsurlar olarak görülür. Hıristiyanlık akidesinde İsa Mesih’e öykünme olarak nitelendirilen bu zahmetli süreçte sürekli bir sınanma söz konusudur.

Ermişliğe uzanan yolda hastalık ve kutsal bir varlığın rüyaya girmesi gibi aynı anda görülmesi gereken iki önemli olguya, küçük Grigoriy’ de şahitlik yapan aile bireylerinin ve köy sakinlerinin şaşkınlık dolu mutluluğu tahmin edilebilir. Ancak Rasputin’nin gençlik çağında, ‘gezgin vaiz’ kimliğine uygun düşen gezileri, Staretsler ve Kamçıcılar gibi çileci tarikatlara olan ilgisi, kendisine ‘vaat edilen’ azizliğe ulaşabilme yolunda yaptığı seçimlerinin bilinçli olduğunu ortaya koyuyor.

İşlediği günahları takiben pişmanlık yaşamayı arınmaya uzanan süreçte gerekli gören, birey ile Tanrı arasına kimsenin giremeyeceğini savunan ve Kilise’yi dışlayan görüşleri, ona çağının marjinal sayılabilecek tarikatlarının ilkelerine göre yaşama olanağı veriyordu. Diğer bir ifadeyle düşünceleri ve eylemleriyle ‘sıra dışı’ olduğuna vurgu yapan bir tavır takınması, aslında zevk düşkünlüğü ve aşırı alkol tüketimi gibi dışarıdan sapkınlık olarak tanımlanacak kişilik zafiyetlerini gizlemek için taktığı bir maskeydi.

(devam edecek)

[1] Liebman, 2017, 21.

[2] Kerenski, 1967: 128.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu