NASA ve Japonya Uzay Ajansı’nın elde ettiği son veriler, uzun yıllardır süregelen bir tartışmayı yeniden alevlendirdi. Bilim insanları, yaklaşık 2 milyar yıl öncesine ait bir göktaşında insan DNA’sına benzer yapılar tespit etti. Bu buluş, yaşamın kökeniyle ilgili temel bir soruyu tekrar gündeme taşıdı: Dünya’daki yaşam gerçekten Dünya’da mı başladı?
Panspermia teorisi, bilim dünyasında uzun zamandır tartışılıyor ve yaşamın veya yaşamın temel yapı taşlarının uzaydan Dünya’ya taşınmış olabileceğini öne sürüyor. Bu teori, 1970’lerde İngiliz gökbilimciler Fred Hoyle ve Chandra Wickramasinghe tarafından ortaya atılmıştı. Ancak, o dönemde bilim camiası tarafından yeterince ciddiye alınmamıştı. Yaklaşık yarım asır sonra, NASA ve Japonya’nın yürüttüğü asteroit örnekleme görevleri bu tartışmayı yeniden canlandırdı.
NASA’nın OSIRIS-REx ve Japonya’nın Hayabusa2 görevleri ile Dünya’ya getirilen eski göktaşı örneklerinde, karbon, amonyak, tuzlar ve amino asitlerin yanı sıra DNA ve RNA’nın kimyasal öncülleri de bulundu. 2025 yılının Ocak ayında açıklanan verilere göre, OSIRIS-REx’in Bennu asteroidinden topladığı örneklerde, Dünya’daki yaşamın kullandığı 20 amino asitten 14’ü tespit edildi. NASA araştırma ekibinden Dr. Jason Dworkin, Bennu’nun adeta bir malzeme deposu gibi olduğunu, ancak karışımın tam olarak Dünya’daki yaşam koşullarını oluşturacak yapıda olmadığını belirtti.
Bu bulgular, yaşamın Dünya dışında bir yerde başlamış olabileceği fikrini destekliyor. 1996 yılında NASA, Antarktika’da bulunan bir Mars göktaşında mikrofosil kalıntıları tespit ettiğini duyurmuştu. Bu iddia daha sonra çürütülse de, o dönemdeki açıklama konuyu dünya gündemine taşımıştı. Günümüzde bilim insanları, Dünya ve Mars arasında kaya parçalarının çarpışmalar sonucu birbirine geçtiğini ve bu sayede yaşamın bir gezegenden diğerine taşınma olasılığının bulunduğunu biliyor.
Arizona Eyalet Üniversitesi’nden astrobiyolog Prof. Paul Davies, Mars’ın Dünya’dan daha erken soğuduğunu ve bu nedenle yaşam için uygun koşulların daha önce oluşmuş olabileceğini ifade etti. Belki de hepimizin Mars kökenli olabileceği düşüncesini dile getirdi.
Bazı araştırmacılar, bu sürecin sadece Güneş Sistemi içinde değil, yıldızlararası ölçekte de gerçekleşebileceğine inanıyor. Oumuamua ve Borisov gibi yıldızlararası cisimlerin keşfi, uzayda madde alışverişinin sanıldığından daha sık yaşanabileceğini gösterdi. Chicago Üniversitesi’nden gezegen bilimci Fred Ciesla, bir yıldız sisteminden fırlayan kaya parçalarının başka bir sisteme ulaşabileceğini, nadir olsa da bunun imkansız olmadığını vurguladı.
Bilim insanlarının çoğu, yıldızlararası yolculukların biyolojik varlıklar için ölümcül olacağı konusunda hemfikir. Ancak, tek hücreli yaşam formu taşımayan ve sadece kimyasal bileşenleri barındıran meteorlar bu riski taşımıyor. Örneğin, amino asitler, şekerler ve tuzlar gibi organik maddeler milyarlarca yıl boyunca uzayda varlıklarını koruyabiliyor.
NASA araştırmacıları, Dünya’nın erken dönemlerinde aşırı sıcak koşullar nedeniyle canlı oluşumunun mümkün olmadığını ve yaşamın temel bileşenlerinin muhtemelen bu tür göktaşlarıyla gezegenimize taşınmış olabileceğini belirtiyor. Bu durum, “yaşamın tohumu uzaydan geldi” fikrini bilimsel açıdan daha olası hale getiriyor.
Bu bulgular henüz insanlığın uzay kökenli olduğunu kanıtlamasa da, göktaşlarında DNA ve amino asit benzeri yapıların bulunması, yaşamın evrendeki diğer noktalarda da oluşabileceği düşüncesini destekliyor. Artık bilim insanları, yaşamın Dünya’da nasıl başladığını değil, nerede başladığını sorguluyor.
