Günümüzün toplumunda insan mağara duvarlarının gölgelerinde saklanmaktan çıkıp görünen bir varlık haline geldi. Artık insan, benliğinin sınırları dışında olan her yerde. Bunun sonucunda insan olmanın temel sorusu “ben kimim?” yerini “Acaba dışarıdan nasıl görünüyorum?” sorusuna bırakmış oldu. Sabah uyandığımızda ilk işimiz olarak dijital sahnemizi kontrol ediyoruz: Sosyal medyada, okulda ve hatta güvenli alanımız olan evde bile çeşitli rollere bürünerek adeta büyük bir tiyatro sahnesinde birer oyuncu gibi rollerimizi ilmek ilmek işliyoruz. Instagram’da atılan bir story, Tiktok’ta paylaşılan bir video, Linkedln’de bir başarı güncellemesi..Peki bunlar bir tesadüf mü? Acaba kimlik dediğimiz şey başından beri bir performans mıydı?

Bu soruların cevabını sosyolog Erving Goffman 1959’da kaleme aldığı Gündelik Hayatta Benliğin Sunumu adlı kitabında, gündelik toplumsal yaşamı bir sahneye benzetmiştir. Goffman’a göre toplumda yaşayan herkes farklı sosyal durumlara göre farklı roller oynamaktadır. Her rol farklı kostümler, replikler ve mekanlar içermektedir. Örneğin bir öğrencinin hocasıyla olan konuşması ve rolü başka, bir arkadaş ortamındaki dili ve kimliği başka olacaktır. Kısacası hepimiz bulunduğumuz sosyal bağlamlara göre benliğimizi şekillendiriyoruz.
Goffman bu olguyu “ön sahne” ve “arka sahne” olarak iki durumda açıklıyor. Ön sahnede dış dünyadaki insanlara oynarız. Doğru bulunan davranışlar, konuşmalar ve kostümler giyinerek sahneye ayak uydururuz. Arka sahne ise makyajlarımızı silip rolümüzü askıya astığımız, gerçek benliğimizle baş başa kaldığımız bir ortamdır. Fakat günümüzde sosyal medyanın geniş çaplı etkisiyle arka sahnedeki gerçek benliğimiz bulanıklaşmaya, silikleşmeye başladı. Filtreler, pozlar, editler ve “kişisel markalaşma” uğraşı gerçek benliği de sürekli performans halinde olmasını sağlıyor.
Antropoloji ve psikolojiye göre kimlik hiçbir zaman statik ve değişmez bir olgu değildir. İçerisinde bulunduğu kültürel ve sosyal bağlama göre sürekli bir değişim içerisindedir. Toplumsal cinsiyet ve rollerinin dahi kültürden kültüre değişiklik gösterdiği açıktır. Bu bağlamda sadece birey değil, toplumlar dahi belirli bir sahne düzeni içerisinde performans gösterir ve çarklarını döndürür. Peki bu sahnede hepimiz birer oyuncuysak, gerçekten “kendimiz” olabildiğimiz bir alan var mıdır? Yani, “kendimiz olmak” diye bir şey var mı yoksa hepimizin sadece farklı rolleri mi var? Goffman’ın sahnesi bize kendimiz olmanın ötesinde kimliklerimizin etkileşimler ve ilişkiler bağlamında şekillendiğini göstererek bu rolleri iyi ya da kötü ikililiğinde açıklamıyor veya maskelerin ardında saklı bir “gerçek benlik” olduğunu iddia etmiyor. Bunun yerine bizi kimliği değişmez ve istikrarlı olduğunu varsaymadan incelemeye davet ediyor.