Haber

Recai Coşkun ünlü makalesi hakkında açıklamalarda bulundu

Makale niçin yazıldı?

Fikir doğaçlama gelişmiştir. Karşılaştığım bir çok ‘bilimsel makalenin» ve «bilimsel kitap ve kitap bölümlerinin» hiçbir bilimsellik kaygısı taşımadıklarını görmek harekete geçirdi. Bunların akademik etik ve estetik değerlere zerre kıymet vermedikleri, çok kısa sürelerde yayınlandıkları gerçeği akademik hassasiyeti olan herkesin malumudur. Ücretli dergi ve ücret karşılığında oluşturulan ‘toplama kitapların’ sayısı çığ gibi büyümüştür.  Makale bu gidişe bir itirazdır.

Makale nasıl yazıldı?

Jüri üyesi olduğum bir doçentlik dosyasında yer alan bir kitabın (Acar, P. ve Bekaroğlu Özatar, A. 2022, Dijital çağ ve yeni nesil işletmecilik, Nobel Yayıncılık) önsözü makalenin kurgusu hakkında fikir verdi. ‘Dijital İşletmecilik Bilgeliği’ başlığı bu önsözden ilham alınarak oluştu.

Kurguladığım makalenin iki sayfalık bir taslağını akademik hassasiyetleri yüksek ve düzenli olarak bilimsel tartışmalar yaptığım  üç meslektaşıma gönderdim. Aldığım geri bildirimler beni cesaretlendirdi.

Makale önsözde sıkça tekrarlanan birbiriyle çoğunlukla çelişik terimlerin çevresinde örgülendi. Temel dürtüm ‘en ağdalı cümleleri kurarak ne kadar saçmalayabilirim?» idi. Makalenin İacer yani tersten Recai’den yapılan başlıkaltı alıntısı da ‘…zira saçmalamada bilgeliğin tözü vardır. Bütün bilgelikler ilkin saçmalık damgası yeme kaderini paylaşır’ demektedir  2016, s.1). Ben de son dönemlerdeki okumalarımın ve bende derin izler bırakan düşünürlerin popüler kültür ile harmanlanması biçiminde bir saçmalama ilkesi geliştirdim. Gerisi kendiliğinden geldi. Elimde onlarca sayfa malzeme birikti. Onların bir kısmını makaleye dönüştürdüm.

NOT: Bazıları makale yazılırken AI, Chat GTP’den yararlanıp yararlanmadığımı sorguluyor. İncinirim. Makalede bahsi geçen düşünürler akademik hayatımın merkezindedirler.  Kitapları masamın üstündedir.

Dergi nasıl seçildi?

Makaleyi hangi dergide yayınlayacağıma karar verirken üç ölçüt belirledim.

Dergi ‘Dergipark’ta yer almalıdır, b) Ücret talep etmelidir, c) Editörünün unvanı Profesör olmalı.

Social Sciences Research Journal (SSRJ) e – ISSN: 2147-5237 dergisi makaleyi gönderdiğimde bu üç özelliğe sahipti. Ancak, sözü edilen makalenin yayınlanmasından bağımsız olarak, bir yılda çıkardığı 15 sayı nedeniyle ‘dergipark’tan çıkarılmıştır.

Bu dergiye göndermemde belirleyici olan bir başka neden, derginin sayfasında bir diş kliniğinin reklamının yer almasıydı. Derginin belgeleriyle ilgili bağlantılar tıklandığında belgeler yerine diş kliniğinin reklamına ulaşılıyordu.

Not: Dergi üst düzey bir dergi değildir. TR Dizinde taranmamaktadır. Sadece birkaç tane uluslararası dizinde taranmaktadır. Ama doçentlik başvuru ve yayın teşvik kriterlerini karşılamaktadır.

NOT: Bazı meslektaşlarım bana bu makaleyi ‘yayın teşvikte’ kullanıp kullanmayacağımı sordu. Kendilerine ‘Durumun Ocak ayında alacağımız maaş zammına bağlı olduğunu’ söyledim.

 

Ünlü mü olmak istedim?

Denk geldiğim eleştirilerden bir tanesi bu çalışmayı ünlü olmak isteği ile yazdığımdır. Şahsıma ait bir sosyal medya hesabı yoktur. Makaleyi yalnızca 300 civarında akademisyen meslektaşımla akademik çalışmalarımızı paylaştığım ‘researchgate’ platformunda paylaştım.

İyi bir işletmeci ve girişimci olmadığım şundan belli ki «elimdeki ürünün» ne denli kıymetli olduğunu takdir edip ‘piyasaya’ süremedim. Makalem sosyal medyada bilmediğim hesaplarca paylaşıldı. Bugüne kadar yaptığım hiçbir hakiki çalışmaya nasıp olmayan bir popülariteye ulaştı. Ama bu benim planladığım yahut öngördüğüm bir şey değildi.

Kaldı ki böylesi bir makale yapmak kendimi her yönüyle sorgulatmayı da göze almak demektir. Aldığım teşekkürlerden bir kısmının ‘cesaretimden’ dolayı olmasının ne anlama geldiğini idrak edecek durumdayım. Dahası, bundan böyle Türkiye’de makale yayınlatma alanımın hayli kısıtlandığının da farkındayım.

NOT: Bir hocamız ‘hocam artık ünlü oldunuz’ dedi. Kendisine ‘evet ben ünlüyüm artık ama hala ünsüz harfleri çok seviyorum’ dedim.

 

Dergi ve editörü hakkında ne düşünüyorum?

Dergide bu tür bir makalenin yayınlanması diğer makaleleri şaibeli kılmaz. Aralarında düzgün hakemlik yapılmış olanlar ve akademik kaygı taşıyanlar olabilir. Topluca bir olumsuzlama doğru değildir.

Dergi editörü olaydan sonra beni aradı. Haliyle çok müteessir. İki hakeme gönderdiğini belirtti. Kendisine editörün de sorumlu olduğunu söyledim. Editör, kendi uzmanlık alanının Ekonometri olması nedeniyle makaledeki kurguları fark edemediğini söyledi. Oysa makaleyi bir alan editörüne göndermesi gerekirdi.  Dolayısıyla bunlar kabul edilebilir gerekçeler değildir. Bir kişinin yönettiği bir akademik dergi yılda 15 sayı basılmaz. Her sayıda onlarca makale yer almaz. Diş kliniği reklamı olmaz. 500 tl olan yayın ücretini ‘talep koşullarına’ bağlı olarak 1000 tl’ye çıkarmaz. Doçent olmak isteyen meslektaşlarının bu kaygısını maddi getiriye dönüştüremed.

Editör kadar hakemler de bu rezaletten sorumludurlar.

Editöre böylesi bir olayın parçası olduğu için akademik topluluktan özür dilemesi yönünde görüşlerimi aktardım.

 

Makale hakem incelemesinden geçti mi?

Evet, iki hakem inceledi. İkisi de ‘minör revizyon’ verdiler. Bunlar da yazım hatalarıyla ilgiliydi. Değerlendirmelerini paylaşıyorum:

Kimlerden özür diliyorum?

İşini dürüstçe yapıp makaleden dolayı en küçük bir olumsuzlukla karşılaşan herkesten. Editörlerden, hakemlerden, yazarlardan ve yayıncılardan.

Akademik dergiciliğin bütün zorluklarını deneyimlemiş biriyim. Bu alanda yayıncı, editör, hakem ve yazar olarak görevler aldım. Hepsinin nasıl sorumluluklar ve özveri gerektirdiğinin farkındayım. Zaten işinin gerektirdiği hassasiyeti ve emeği esirgemeyenler bu makaleden yüksünmediler, aksine çürük elmaların ayıklanmasından hoşnut olduklarını belirttiler.

 

Kimlerden özür dilemiyorum?

Akademik unvanı sıçrama taşı gibi görenlerden

Emek vermediği makaleye adını yazdıranlardan

Bütün akademik çalışmalarını akademik teşvik odaklı yürütenlerden

Donanımının yetersizliğini bildiği halde kendini geliştirmeye çalışmayanlardan

Donanımına bakmadan her imkanı kendine hak görüp her fırsatı değerlendirenlerden

Yayın süreçlerini sosyal ağlar üzerinden gerçekleştirenlerden

İşine yeterli özeni göstermeyen editör, hakem, yazar ve yayıncılardan.

 

Ne tür tepkiler aldım?

İlk grupta benimle aynı kaygıları taşıyanlar var. Onlardan gelen tepkilerin büyük çoğunluğu övgü ve teşekkür biçiminde. Birçoğunun kahkahaları hala kulağımda.

Bir grup ise makaleyi siyasi malzemeye dönüştürme çabasında. Oysa bu durum siyasi olmaktan çok sosyolojik ve ahlakidir. Makaleyi siyasi malzeme yapanlar (ki bunların çoğu sadece kaynakçaya bakarak yorum yapıyorlar) ikinci grubu oluşturuyorlar. Bu grup için bir sonraki sayfada bazı eserler önerdim.

Makaleyi düşük yayın başarımlarına gerekçe gösterenler ise en küçük grubu oluşturuyor. Yıllar boyunca akademik çalışma yapmamış hocalarımız bu makaleden çok hoşnutlar: ‘İşte biz bu yüzden makale yayınlamıyoruz!’ deme haklarını keyiflerince kullanıyorlar.

NOT: Makaleyi siyasi malzeme yapanların makaleyi okumadıkları, sadece kaynakçadan hareketle yorum yaptıkları besbelli. Bu da kendi içinde bir başka ‘ironi’.

Üniversiteler ne ara bu hale geldi?

Üniversiteler kusursuz yerler hiç olmadılar. Medrese iken de, Dârülfünûn olduklarında da Üniversiteye dönüştüklerinde de benzeri sorunlar hep yaşandı. Üniversiteler ve bilim topluluklarıyla ilgili çok etkileyen şu eserleri paylaşıyorum:

Hirsch, E. (1985) Hatıralarım: Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü (ağırlıklı olarak İstanbul ve Ankara’yı  anlatmakta).

Batuhan, H. (2002) İspanya’da Bir Şato: Bir Düşünürün Hatıraları, Bulut Yayınları (ağırlıklı olarak ODTÜ’yü anlatmakta)

Yörükhan, T. ve Yörükhan A. (2003) Üniversitede İlim ve Ahlak: Cahit Tanyol ve Sosyoloji, Vadi Yayınları (Bu kitap 1960’ların başında İ. Ü.de eserleri hocaları tarafından intihal edilen iki genç akademisyenin verdikleri ahlak mücadelesini anlatmaktadır).

Medawar, P. B. (1994) Genç Bilimadamına Öğütler, TÜBİTAK Yayınları (bu da Nobel ödüllü seçkin bir bilim insanının gözünden bilim topluluklarını anlatıyor)

Not: Eserlerin tamamı gerçektir.

 

Türk akademisyenlerin gerçek durumu nedir?

Alanında ulusal ve uluslararası nitelikleri taşıyan, emek, ahlak ve estetik kaygısı yüksek, kendisini sürekli geliştirme çabası içerisinde olan çok sayıda meslektaşım olduğunu biliyorum. Mesleğimizin değerine değer katan hocalarımıza müteşekkirim. Bizlere mesleki aşkı ve ahlakı öğütleyen değerli hocalarımıza saygılarımı sunuyorum. Türkiye’yi uluslararası alanlarda güçlü biçimde temsil eden genç nesil meslektaşlarımla gurur duyuyorum.

Her meslekte olduğu kadar akademik toplulukta da fırsatçı ve çıkarcı davranışlar sergileyenler vardır. Esas olan bunların yaşama alanlarını daraltmaktır. Bu diyardan kötüler iyileri değil, iyiler kötüleri kovacaktır.

Herkes puan için, teşvik için yayın yapmıyor. Mesleğinin yüzünü ağartmak isteyenler işlerine odaklanmış sessizce çalışmaya devam etmektedirler. Muhtemelen bir çoğunun bu makaleden haberleri bile yoktur.

 

Makaleye bilimsel eleştiriler geldi mi?

Evet. İlkin asistanım endişeli bir sesle ve yutkunarak ‘hocam nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Bazı arkadaşlar aradı. Bir makale kaynakçası gönderdiler. Recai hoca rezil oldu dediler. Bu kaynakçada bazı hatalar var, hoca hemen düzeltsin önerisinde bulundular’. Kendisine ‘sakin ol, ben gerekli düzeltmeyi yaparım. Sen de o arkadaşlara söyle makalenin tamamını okusunlar acaba başka hatalarım da var mı, bildirsinler lütfen’ diye salık verdim.

Sosyal medyada bir hocamız uyardı: ‘Kağan, O. (m.ö. 3000) tarihi çok yanlış olmuş dedi. Doğrusu m.ö. 3001 olmalıydı.’ Emin olamayınca ben de İktisat Tarihçisi değerli bir hocama bunun doğrusunun ne olduğunu sorunca kendisi ‘3001 de yanlış’ dedi, ‘doğrusu 3002 olmalı ama İsa’dan sonra!’.

Çok değerli bir meslektaşımı makalede bariz hatalar olduğunu söyledi ve özellikle şu düzeltmeleri önerdi: ‘Engels’in Marks’a ‘iki gözüm’ dediğini gösteren bir mektup yoktur’. ‘Deniz Seki, Küçük Emrah ve M. Gürses Marksist değildir.’ ‘Manifesto 1948’de değil, 1848’de yayınlanmıştır, o yüzden hortlaktan korkmana gerek yoktur, hem hayalet Türkiye’de değil, Avrupa’da dolaşıyor.’ ‘Diyalektiğin Moskova’da öldüğü burjuvazi söylentisidir, o yaşıyor ama yerini bilen yok’.

Bunların dışında bir itiraz henüz gelmedi.

Kendimi tutmakta en zorlandığım an

Bu süreçte tebrik edenler çoktu. Ancak bunlar arasında akademik unvanını alırken burada sorguladığımız yolları keyfince ve fütursuzca kullananlar da vardı. Pişkin pişkin ‘hoca helal sana’ dediler. Ben bu ‘helal sana’ ifadesini Gadamervari hermenötik çözümlemeye yahut Derridavari yapı sökümüne tabi tutmasını becerebilirim. Esas bu hocalarımıza ‘helal olsun!’

Önerilerim

Akademik topluluğun en ‘bilgesi’ değilim. En zekisi, en kahramanı, en niteliklisi hiç değilim. Alçakgönüllü bazı önerilerim olabilir:

1- Doçentlik sözlü sınavı mutlaka geri getirilmelidir. Bu yolla emeği olmadan makaleye adını yazdıranları ayıklamak mümkün olacak; bilimsel çalışmalara daha fazla özen gösterilecektir ( UAK’ın 2024 yılından itibaren geçerli olmak üzere doçentlik başvuru yayınları için getirdiği ölçütler olumlu olmakla birlikte yeterli değildir).

2- Akademik teşvik uygulaması sonlandırılmalıdır. Nitelikli yayınlar başka yollarla desteklenmelidir.

3- Bir derginin ‘TR Dizin’de taranabilme ölçütleri açıkça duyurulmalı ve bu ölçütler her dergiye sıkı biçimde uygulanmalıdır. TR Dizinde yer alan dergilerin yayın süreçlerini kişisel ilişkiler üzerinden değil, akademik kaygılar doğrultusunda yürütmeleri sağlanmalıdır. Çok nezih ve özenli dergilerin yanında kendi klanı dışında kalan akademisyenlere zinhar yol vermeyen dergiler de mevcuttur. Editörlerin ve yönetim  ekiplerinin eser sahipleriyle kurdukları iletişim dili bazen sorunlu ve incitici olmaktadır.

4-Batıda ‘açık erişim’ gerekçesiyle geliştirilen ‘makale ücreti’ talebi Türkiye’de zaten açık erişim olan dergilerde giderek yaygınlaşmaktadır. Özellikle kamu üniversiteleri dergilerinde yaygınlaşan ücret talebi uygulamasına son verilmelidir.

5- Derleme kitap uygulamasına (e-postam ücret karşılığı seri üretim derleme kitap bölümü duyurusuna çıkmış ‘akademisyenlerle’ yaptığım tartışmalarla doludur) kesinlikle son verilmelidir. Buna bağlı olarak Türkiye dışında bir şube veya merkezi bulunmayan, bastığı kitapların büyük çoğunluğu Türkçe olan yayınevlerinin ‘Uluslararası Yayınevi’ statüsü kaldırılmalıdır.

Son söz

Öngörmediğim biçimde gündeminizi meşgul ettim, kusura bakmayın.

Şimdi kendimi derin bir sessizliğin huzur iklimine bırakıyorum.

Hoşça kalın.

Recai COŞKUN

  • NOT: Makalenin ikinci kısmı var. Onu yayınlatmak için 1200 TL ödeyerek bir kitap editörü ile kitap bölümü yazmak için daha önce anlaşmıştım, ama artık o arkadaş benim bölümü yayınlamaz (içimden bir ses ‘muhtemelen yayınlar’ diyor ama kulak ardı ediyorum o sesi). Şimdi ortalık biraz durulsun, zaman geçsin, o «bilimsel» kitap editörleri bana yine ‘akademik teşviğe uygun’ kitap bölümü yazma teklifi içerir e-postalar gönderirler. Enflasyon farkını da dikkate alarak kenarda köşede 2500 TL ayırdım. Gerekirse iki bölüm halinde yazarım.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu