Haber

Orhan Pamuk’tan özel yazı: “Ben, Canbaz”

‘Türk Resmi’ ya da daha doğrusu ‘Türk Minyatürleri’ hakkında yazılan ilk kitap 1965’de İngilizce neşredilmiştir. Konuya fazla bir ilgi olmadığı için Türkçeye bile çevrilmeyen 52 sayfalık bu küçücük kitap zaten Unesco desteğiyle yayımlanabilmişti. Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde çok vakit geçirdiği anlaşılan yazar Richard Ettinghausen yazdığı kısa önsözde ilk olarak bu ‘sanat’ konusunda Batı’da hiçbir bilgi ve farkındalık olmadığını söyler. Türkiye’de de 1965’de kimse Osmanlı minyatürlerinin farkında değildi ve bunların varsa eğer bir ‘Türk Sanatı’nın kalbinde yer alması gerektiğini kimse düşünmüyordu.

1965’de Ettinghausen ‘Türk Sanatı’ olarak dünyada bilenen şeylerin, 14. yüzyıldan itibaren dünyaya yayılan halılar, İznik çinileri ve tabakları ve İstanbul camileri olduğunu kısaca belirtir. Bende biri babamın yayımlandığı zaman 1965’de bana aldığı, bir diğeri yazarın Topkapı Sarayı’nın o zamanki müdürü Kemal Çiğ’e imzalanmış iki kopyası var bu kitabın. Kapağında Surname-i Vehbi’den (1730) soytarılı, köçekli, müzik heyetli, hareketli ve kıvrak bir dans ve müzik sahnesinin ayrıntısı olan bu küçük kitabın hayatımda özel bir yeri vardır. Otuz yıl sonra Benim Adım Kırmızı’ya, Osmanlı/İran minyatürleri hakkında beş yüz sayfalık bir roman yazmaya başlayacak olan ben, Osmanlı minyatürleriyle hayatımda ilk defa sayfaları renkli bir kitapta karşılaşıyordum. Yüzlerce kere çevirdim o sayfaları, bazı minyatürleri kareleme yöntemiyle büyütmeye, resim kâğıdına renklendirerek kopya etmeye başladım.

Kıyafetnameler gibi, Surnameler de çok kullanılan Osmanlı kitap biçimleridir. Surnamelerin konusu Osmanlı Sarayı’nın düzenlediği bir törendir. Bir padişahın kızının doğumu ya da düğünü, oğlunun sünneti olabilir bu tören. Hattatlarca pek çok kere kopya edilen Surname-i Vehbi dönemin padişahı III. Ahmed’in dört oğlunun 1720’de yapılan ve iki hafta süren sünnet şenliklerinin bir tarihidir. Bu kitabın Topkapı Sarayı Müzesi Hazinesi’nde 3593 envanter numaralı ve en parlak Osmanlı minyatürcüsü Levni (ölümü 1732) tarafından yapılmış 137 resimli levhası olan bir kopyası bana kalırsa Osmanlı resminin en önemli başeseri ve klasiğidir.

Surnameleri çekici yapan şeylerden biri de törenler sırasında padişahın kurulduğu balkonun (bugünkü İslam Eserleri Müzesi’nin balkonu) önünden Osmanlı Devleti’nin bütün loncalarının yani bütün zanaatkârlarının, bir anlamda bütün mesleklerin ve çalışanların geçmesidir. Çadırlar kurulur, müzik çalınır, berberden halı ustasına zanaatkarlar  işlerini göstererek tekerlekli arabalar üstünde geçer, fişekler atılır, yabancı elçiler çağrılır, yemekler yenir, köçekler oynar, padişah altın saçar, mehter çalar ve canbazlar da gerilmiş ipin üzerinde çeşit çeşit numaralar yapar.

“Ben, Canbaz” adlı kutudaki, elinde denge sopası ip üzerinde yürüyen kırmızı gömlekli, kırmızı takkeli canbaz’ı Topkapı Sarayı’ndaki aynı el yazması resimli kitaptan alıp bu kompozisyona yerleştirdim, Çin’den gelme köpeği, Dresden deki Porselen Galerisi’nden aldım, Batılı beyaz köpek ise Joannes Fijt ve Erasmus Quellinus’un “Köpek,Cüce ve Oğlan” adlı resmindeki bir ayrıntıya bakarak genç ve parlak heykeltraş Başak Bugay tarafından üretildi. Köpeklerce temsil edilen biri Doğulu, diğeri Batılı iki sanat anlayışı arasında boşluğa düşmek istemiyorsa Canbaz’ın elinde ROMAN SANATI gibi bir denge unsuru olmalı ve her iki dünya arasında hiç durmadan koşarak ilerlemeli. Benim sanat edebiyat anlayışım budur! En büyük geleneksel ‘Türk ressamı’ Levni’nin ressam olduğu kadar şair oldugunu da kendi eserine kendi yorum yapan yazar ressam burada eklemeli.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu